Kuntay Mutlu, Türk Dünyası’na seyahate çıktı 7,5 ayda 56 bin km yaptı

Bu yolculuk tam 7,5 ay sürdü, araba ile tam 56 bin km yaptı. Almanya’dan Ötüken’e, Altaylardan Ergenekon’a, Kırgızistan’dan Özbekistan’a, Azerbaycan’dan Kazakistan’a gitti. Seyahat esnasında binden fazla fotoğraf, sayısız video çekmiş. En önemlisi Kırgızistan’da akrabalarının izini bulmuş, hasret gidermiş.

KUNTAY MUTLU Bielefeld'den Türk Dünyası gezisine bu araba ile çıktı
KUNTAY MUTLU Bielefeld'den Türk Dünyası gezisine bu araba ile çıktı

Kuntay Mutlu; Bielefeld’deki iş insanlarımızdan birisi, tam 45 yıl “Kreuzstr. 8, 33602 Bielefeld” adresinde reklam ve tasarım sektöründe hizmet verdi. Gün geldi emekli oldu, aklının çok derinliklerinde sakladığı bir geziyi hayata geçirmek istedi. Adını da; „Tuna Boylarından Ötüken’e“ koydu. Üzerinde uzun uzun çalıştı, hatta üç ay Rusca öğrenmek için kursa bile gitti. Arabasını hazırladı, bakımını yaptı, gerekli olan bilgileri topladıktan sonra “Bismillah” diyerek yola koyuldu.

     Bu yolculuk tam 7,5 ay sürdü, araba ile tam 56 bin km yaptı. Almanya’dan Ötüken’e, Altaylardan Ergenekon’a, Kırgızistan’dan Özbekistan’a, Azerbaycan’dan Kazakistan’a gitti. Seyahat esnasında binden fazla fotoğraf, sayısız video çekmiş. En önemlisi Kırgızistan’da akrabalarının izini bulmuş, hasret gidermiş.

     Bu gezi kitap olarak da hazırlanıyor.

     İşte bu maceralı geziyi tek başına gerçekleştiren Kuntay Mutlu ile röportaj yaptık. Duygularını sorduk, yaşadıkları, unutulmaz anılarını bizimle paylaştı.

   İyi okumalar.

_____________________________________________________________________


· Adnan Öztürk: „Tuna boylarından Ötükene“ ismini verdiğiniz gezi planı nasıl doğdu?

Kuntay Mutlu; Bu büyük yolculuğa başlamadan önce uzun bir hazırlık süreci geçirdim. Türk dünyasına olan özlemim, çocukluğumdan beri içimde taşıdığım bir duyguydu. Altaylardan Tunaya  kadar olan Türk yurtlarını „Tuna Boylarından Ötükene“ kadar hemen hemen aynı yollardan geri giderek atababalarımızı yaşamak istedim.

ÜÇ AY RUSÇA ÖĞRENDİM

Tarih kitaplarında okuduğum, destanlarda dinlediğim ve kültürümüzde yaşattığımız bu toprakları kendi gözlerimle görmek istedim. „Tuna Boylarından Ötüken’e“ adını verdiğim bu seyahate, kültürel bağlarımızı daha yakından tanımak ve köklerimize doğru bir yolculuk yapmak amacıyla çıktım.

Hazırlık sürecinde öncelikle 3 ay Rusca öğrendim. Sonra güzergahımı belirledim. Almanyadan yola çıkarak, sırasıyla Tuna boyunca tüm Balkanlar, Türkiye, Orta Asya’nın ve Sibirya’nın derinliklerine kadar uzanan bir rota çizdim. Bu yolculuk, hem fiziksel hem de kültürel açıdan bir keşif olacaktı. Arabamı bu zorlu yolculuğa hazırlamak için gerekli bakım ve onarımları yaptırdım. Yollarda karşılaşabileceğim zorlukları, hava koşullarını ve coğrafi engelleri göz önünde bulundurarak, gerekli malzemeleri ve ekipmanları temin ettim.

Ayrıca, bu coğrafyaların tarihini, kültürünü ve yerel halkın yaşayışını daha iyi anlayabilmek için bolca kitap okudum. Türkiyede Türk Tarihi ve kültürü Araştırmacısı bilim adamı Değerli Prof. Dr. Ahmet Tasağıl Beyi ziyaret edip bilgilerine başvurdum. Türk dünyasının farklı bölgelerinde konuşulan diller ve lehçeler hakkında temel bilgileri edindim. Böylelikle, yolculuğum boyunca yerel halkla daha iyi iletişim kurabilecektim. Çünki her bölgenin kendine has kültürel değerlerini, geleneklerini ve yaşam biçimlerini yakından tanımak istiyordum.

Bu gezi, sadece bir seyahat değil, aynı zamanda kendi kimliğimizi, kültürümüzü ve tarihsel bağlarımızı daha derinlemesine keşfetmek için bir yolculuktu. Gittiğim her yerde, köklü Türk kültürünün izlerini, yaşam biçimini ve geleneklerini bizzat gözlemlemek bana tarifsiz bir mutluluk verdi. Bu topraklar, tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir köprüyü temsil ediyor ve bu köprüyü adım adım geçmek, benim için çok anlamlı bir deneyim oldu.

YOL BOYUNCA KADİM DOSTUM ARABAYDI

· Adnan Öztürk: Araba ile yola çıktınız, hangi ülke ve şehirlerden geçtiniz, kaç km yol yaptınız ?

Kuntay Mutlu: Almanyadan başlayıp, Avusturya, Hungarya, tüm Balkanlar, Türkiye, Gürcistan,

St.Petersburg dan Ulan-Ude ye kadar tüm Rusya (Çeçenistan, Dağıstan, Kabardin-Balkarya,Tataristan, Urallar, Sibirya, Altaylar, Tuva, Hakasya, Buryatya, Baykal Gölü)

Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistanın tüm tarihi ve kültürel şehirlerini,

Ulaanbaishint den Khorgoljyne kadar en batıdan en doğuya kadar tüm Moğolistan

Coğrafyasında kadim dostum arabamla dolaştım.

Bu gezimdetoplam 56.000 km den fazla yol katetim.

ERGENEKONU MERAK EDENLERDEN BİRİYİM

· Adnan Öztürk: Gittiğiniz yerlerde Ergenekon vadisinde olduğunuzu söylemistiniz nasıl bir yer orası? Türkler Ergenekondan nasıl çıkmıs. Hakikaten anlatıldığı gibi daracık sıra dağlar varmıydı?

Kuntay Mutlu: Ergenekon, Türk mitolojisinde ve tarihsel anlatılarda özel bir yere sahiptir. Coğrafi olarak Ergenekon, efsanelerde Türklerin zorlu bir savaştan sonra sığındığı, yüksek dağlarla çevrili ve dış dünyadan izole edilmiş, bereketli bir vadidir. Mitolojik anlatılarda bu vadi, doğanın zenginliği ve güvenliği ile Türklerin soyunu koruduğu ve yeniden güç kazandığı bir sığınak olarak betimlenir.

Bugün bu yerin tabii bir coğrafi sınırı olup olmadığı tartışılsa da, genel olarak Altay Dağları, Moğolistan, Tuva ve Hakasya’yla çevrili bir yer olarak kabul ediliyor.

Altay Cumhuritende Balyktuyul dan baslayarak KATU-YARYK geçidi, Ko ve Balykcha ya kadar olan Dağlarla çevrili olan bu vadi, etrafı tamamen kapanmış ve sadece dar bir geçitten geçilebilen bir doğal kaledir. Ben tüm coğrafyayı dolaştım ve bu zorlu ve tehlikeli geçitten inerek Çulyşman nehri kenarında arabamla Otağ kurdum. Bir çok bilim adamına göre burası Ergenekon. Bana görede burası anlatılanlara en uygun yer.

 Toprağına yüz sürdüm, Gök tanrıya dua ettim.

Türk tarihi açısından Ergenekon, yeniden dirilişin ve özgürlüğün simgesidir. Türkler, büyük bir yenilgiye uğrayıp neredeyse yok olma noktasına geldiklerinde Ergenekon’a sığınmış, burada dört yüz yıl boyunca yaşamış ve güçlerini toplamıştır. Bu süre zarfında Türkler, demir madenlerini işleyip yeni silahlar yapmış ve nüfuslarını artırmıştır. Ergenekon’dan çıkış, Türklerin bu uzun hazırlık sürecinden sonra yeniden bağımsızlıklarını kazanma kararlılığının bir ifadesidir. Efsaneye göre, vadiyi çevreleyen demir dağları eriterek dış dünyaya tekrar açılmışlar ve yeniden büyük bir güç haline gelmişlerdir. Bu hikâye, Türklerin demir işçiliğindeki ustalığına ve azimliligine vurgu yapar.

Ergenekon’dan çıkış, Türk dünyası için büyük bir semboldür. Bu hikâye, zorlukların üstesinden gelme, dayanıklılık, birlik ve diriliş temalarını içerir. Türk tarihinin çeşitli dönemlerinde, özellikle kriz ve yeniden doğuş dönemlerinde, Ergenekon anlatısı bir ilham kaynağı olmuştur. Ergenekon destanı, Türklerin dünya sahnesine yeniden çıkışının, yeni devletler kurmasının ve özgürlüklerini kazanmasının mitolojik bir anlatımıdır.

Modern Türk dünyası için Ergenekon, ortak kültürel mirası ve bağımsızlık ruhunu temsil eder. Coğrafi olarak Altay Dağları, Moğolistan, Tuva ve Hakasya gibi bölgelerle özdeşleşmiştir. Bu bölgeler, Türklerin ilk yurtları ve kültürel köklerinin başladığı yerler olarak kabul edilir. „Tuna Boylarından Ötüken’e“ uzanan bu yolculukta Ergenekon, Türk dünyasının birliği, dirilişi ve özgürlük mücadelesinin simgesel merkezi olarak düşünülmelidir.

· Adnan Öztürk: Bu kadar km. Yaptınız, yollarda mutlaka ilginç dialoglarınız oldu, bir kaç tanesini anlatırmısınız?

Kuntay Mutlu: Tuna Boylarından Ötüken’e“ Yolculuğumdan iki Anı:

  1. Balyktuyul’da Tanıdık Bir Dil

Türk dünyasının izini sürmek, Tuna boylarından başlayıp Ötüken’e uzanan bu muazzam coğrafyayı karış karış gezmek benim için bir hayaldi. Nihayet, bu hayali gerçekleştirme şansı buldum. Arabamla çıktığım bu uzun yolculukta, Türkiye’den başlayarak Altaylar, Baykal Gölü, Tuva, Hakasya, Sibirya, Tataristan, Çeçenistan, Dağıstan, Kabardin-Balkarya Türkistan gibi birçok bölgeyi geçtim. Bu yolculuk sırasında birçok ilginç olay yaşadım ama Balıktuyul’da yaşadığım o an, unutulmazdı.

Balıktuyul’da mola vermiştim. Uzun bir yolculuk yapmıştım ve biraz dinlenmek, bir şeyler yemek iyi gelecekti. Tam bir yere oturmuş, yemek yiyordum ki, yanımda bir araba durdu. İçinden birkaç çocuk ve bir yetişkin kadın indi. Çocuklarla ilgilendikten sonra,meraklandım ve onların yanına yaklaşıp, Türkçe olarak; Türkçe bilip bilmediklerini sordum. Kadın biraz şaşırdı ve bana „Hayır, Türkçe bilmiyoruz, Altayca konuşuyoruz,“ dedi. Ama ne gariptir ki, bana söylediği bu cümleyi tamamen anlayabiliyordum. Türkçe konuşuyordu, en azından bana öyle geliyordu.

O an kendimi, binlerce yıllık bir geçmişin içinde buluverdim. Altaylar, Türklerin anayurdu olarak kabul edilir. Burada, binlerce yıl önce yaşayan atalarımız, o dönemlerde aynı dili konuşuyor, aynı kültürü paylaşıyorlardı. İşte şimdi, karşımda duran bu kadının söylediği her kelimeyi anlıyor olmak, bu kadim bağın hâlâ canlı olduğunu hissettirdi bana.

Biraz daha denemek istedim. „Birden ona kadar sayar mısınız?“ dedim. Kadın, hemen ve hiç düşünmeden, tıpkı bizim Türkçede olduğu gibi saymaya başladı: „Bir, iki, üç…“ Her sayı, her kelime, tıpkı bizim kullandığımız gibi. O an gerçekten büyülenmiştim. Dilimiz, kültürümüz ve geçmişimiz, zaman ve mekan tanımadan, bizi birbirimize bağlıyordu.

Bu anı hemen telefonuma kaydettim. Bu, belki de bu yolculuğun en anlamlı anlarından biriydi benim için. Çünkü bu, yalnızca bir dille ilgili değildi; bu, binlerce yıllık bir tarihin, kültürün ve kardeşliğin canlı bir kanıtıydı. Yıllar, asırlar geçmiş, coğrafyalar bizi ayırmıştı ama dilimiz, köklerimiz bizi bir arada tutmaya devam ediyordu.

O gün Balıktuyul’da bir mola verdim. Ama o molada sadece bedenim değil, ruhum da bir yolculuğa çıktı. Anladım ki, bu coğrafyada yaşayan her Türk, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, aslında hepimiz aynı kökten, aynı soydan geliyoruz.

Bu yolculuk bana sadece yerleri, insanları değil, aynı zamanda tarih boyunca süregelen bir kardeşliği de gösterdi. „Tuna Boylarından Ötüken’e“ bu yolculuk, benim için bir geziden çok daha fazlası oldu; bu, kendi köklerime, öz benliğime yapılan bir yolculuktu.

  • Mogolistanda Ötüken  Bilge Kaan ve Kül Tigin Anıt Yazıtları

Bu yolculuğun her anı unutulmazdı, ancak en derin duyguları Karakurum Ötükende, Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtları’nın yanında geçirdiğim o anlarda yaşadım. Binlerce kilometreyi aşarak, o Anıt-Taşlara dokunabilmek, atalarımın sesiyle dolu o kutsal yazıtların önünde durabilmek için yola çıkmıştım. Yıllardır zihnimde, ruhumda taşıdığım, tarih kitaplarında okuduğum, resimlerde gördüğüm bu Anıt-Taşları gözlerimle görmek ve ellerimle dokunmak, sanki bin yıllık bir hasretin son bulması gibiydi.

Ötükene vardığımda, Müzede gözlerimin önünde yükselen o taşlar beni adeta içine çekti. O an, zaman durmuş gibi hissettim. Anıt-Taşlara yaklaştıkça, üzerlerindeki yazıları okudukça, sanki Bilge Kağan’ın ve Kül Tigin’in seslerini duyuyordum. Her bir harf, her bir kelime, Türk milletinin binlerce yıllık tarihinin, acılarının, zaferlerinin yankısıydı. O taşlara dokunmak, adeta geçmişe, atalarımıza dokunmak gibiydi. Kendimi tutamadım, gözlerimden yaşlar süzüldü. Orada, o taşların önünde, binlerce yıl önce dikilmiş bu anıtların ulviliği karşısında hıçkırarak ağladım.

Yazıtların önünde üç gün boyunca adeta bir nöbet tuttum. Her sabah gün doğarken oradaydım ve akşam güneş batarken de o Anıt-Taşların başındaydım. Sanki onlarla konuşuyordum, sanki binlerce yıllık bir geçmişle hesaplaşıyordum;

Tarihin canli şahitleriydik biz

Rüzgar gibi eser

Gün ile buluşurduk

Atlarımızın nalları hükmederdi

Bu topraklara…

Bu yazıtları yazanların, dikenlerin ve onları binlerce yıl sonra bulanların emeklerine, ruhlarına şükranlarımı sundum. Defalarca taşları okşadım, her bir harfe, her bir çizgiye, her bir şekle dokundum. Sanki bu dokunuşla o dönemin ruhunu içime çekiyordum.

Oradan ayrılma vakti geldiğinde, yüregimi orada bıraktığımı hissettim. Yola devam etmek zordu, ama biliyordum ki, bu yolculuk beni ve ruhumu olgunlaştırmıştı. Ötükendeki o anlar, bana kim olduğumu, nereden geldiğimi, ne için yaşadığımı bir kez daha hatırlattı. Türk milletinin köklerini, ruhunu ve ulvi değerlerini bir kez daha içimde yaşattı. O Anıt-Taşların önünden ayrılırken, gözlerim dolu dolu, içimde tarifsiz bir minnet ve huzur vardı. Şimdi biliyorum ki, o yazıtlar sadece birer taş değil, bizim geçmişimiz, geleceğimiz ve ruhumuzun bir yansıması.

TÜRKÇE KARDEŞLİĞİMİZİN SESİDİR

· Adnan Öztürk:  Gezi boyunca hangi Lisanı konuştunuz? Söylendiği gibi Türkçe konuşarak o coğrafyalarda seyahat etmek mümkün mü?

Kuntay Mutlu: Ben, bu seyahati planlarken özellikle Türkçe konuşmayı hedeflemiştim. Sonuçta, „Tuna Boylarından Ötüken’e“ yapacağım bu yolculuk, Türk dünyasının derinliklerine doğru bir keşifti ve bu coğrafyayı gezerken Türkçe konuşmaktan daha doğal bir şey olamazdı. Her ne kadar bu bölgelerde farklı diller konuşulsa da, Türkçe ile büyük oranda anlaşabileceğimi biliyordum. Çünkü bu toprakların her bir köşesi Türk kültürüyle yoğrulmuştu. Türkçe, bu coğrafyanın insanları arasında bir köprü gibidir; köklerimizin ve ortak tarihimizin bir sembolü.

Yola ilk Almanya’dan çıkıp  Balkanlara ve Türkiye’ye ulaştığımda, zaten Türkçe benim ana dilimdi ve oralarda zorluk yaşamayacağımı biliyordum. Ancak işin asıl heyecan verici kısmı Türkiye’den sonra başladı. Gürcistan, Güney Rusya ve Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarına, oradan da Sibirya’nın derinliklerine doğru ilerledikçe, Türkçe konuşarak bu topraklarda seyahat etmenin ne kadar büyüleyici olduğunu bizzat deneyimledim. Evet, Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da Türkçe konuşmak oldukça kolay oldu. Elbette her ülkenin kendi yerel şivesi ve dili vardı, ama Türkçe ile benzerlikler o kadar fazlaydı ki, bir Türk olarak anlaşmakta hiç zorlanmadım.

Moğolistan’a doğru ilerlerken biraz daha farklı bir deneyim yaşadım. Moğolca, Türk dillerinden farklı olsa da, bölgedeki bazı Türk boylarıyla karşılaştığımda yine Türkçe konuşarak iletişim kurabildim. Özellikle Altay, Tuva, Hakasya gibi bölgelerde, Türkçe kökenli diller konuşuluyordu. Burada Türkçe ile doğrudan değilse bile, az da olsa anlaşıyorduk. Bu insanlar, dillerinde bizim kullandığımız kelimelere benzer birçok kelime barındırıyorlardı. Tıpkı kadim zamanlarda olduğu gibi, Türkçe yine bir bağlantı kurmamızı sağlıyordu.

Sibirya’da, Baykal Gölü çevresinde ve Altay Dağları’nda Türk halklarının farklı lehçelerini duydum. Tataristan’da ise Tatarca, Türkçe ile oldukça benzer olduğu için iletişim kurmak hiç zor olmadı. Aynı şekilde, Dağıstan, Çeçenistan, Kabardin-Balkarya gibi Kafkasya’nın çeşitli bölgelerinde de Türkçe konuşarak anlaşabildim. Bu bölgelerdeki insanların çoğu, tarihin getirdiği bağlarla Türk kültürüne aşinaydı ve dilimiz onlara yabancı değildi.

Her gümrük kapısında, her kontrol noktasında ısrarla Türkçe konuştum. Bazı yerlerde, özellikle resmi yerlerde Rusça veya İngilizce konuşmam beklenebilirdi, ancak ben Türkçe’nin gücüne inanıyordum. Türk dünyasını geziyordum, elbette Türkçe konuşacaktım. Dilimizdeki sıcaklık ve samimiyet, gittiğim her yerde kendine bir yol buldu. Birçok kişi, Türkçe konuşmamdan memnun oldu, hatta bazıları şaşkınlıkla karşıladı ama bu, karşılıklı bir hoşgörü doğurdu. İnsanlar, aynı kökten geldiğimizi, aynı dili konuşmasak da aynı kültürün izlerini taşıdığımızı fark ediyordu.

Bu yolculuk bana gösterdi ki, Türkçe konuşarak bu geniş coğrafyada seyahat etmek mümkün. Elbette her yerde %100 anlaşılmak kolay değil, ama dilimiz bizi birleştiriyor, uzakları yakın ediyor. Her bir bölgede, o halkın kültürüne, diline, yaşam tarzına saygı duyarak, Türkçe ile onların gönlüne dokunabildim. Çünkü bu coğrafya, bizlerin ortak mirası. Türkçe, sadece bir dil değil; aynı zamanda tarihimizin, kültürümüzün ve kardeşliğimizin sesi.

ORALARI GEZERKEN BİZE BIRAKILAN MİRASI HATIRLADIM

· Adnan Öztürk: Bu gezi size ne öğretti?

Kuntay Mutlu: „Tuna Boylarından Ötüken’e“ adını verdiğim bu yolculuk, hayatımda derin izler bırakan, ruhumda ve zihnimde yeni kapılar açan bir deneyim oldu. Öncelikle, Türk dünyasının sadece haritalarda gördüğümüz bir coğrafya olmadığını, canlı, yaşayan ve her köşesinde bir tarih, kültür ve kardeşlik hikayesi barındırdığını fark ettim. Bu toprakları gezerken, Türkistanda, Altaylarda, Tanrı Dağlarında her bir taşın, dağın, nehrin, yaylanın ardında yatan hikayeleri dinledim.

Yolculuğa başladığım Almanya’dan Türkiye’ye, oradan da Moğolistan’a, Altaylara, Baykal Gölü’ne, Tuva’ya, Hakasya’ya, Sibirya’ya, Tataristan’a, Çeçenistan’a, Dağıstan’a, Kabardin-Balkarya’ya kadar uzanan bu serüvende, aynı kökten gelen insanların farklı coğrafyalarda nasıl da aynı ruha sahip olduğunu gözlemledim. Onlarla tanışmak, konuşmak, türkülerini dinlemek ve ekmeğini paylaşmak bana Türk kültürünün ne kadar zengin ve derin olduğunu öğretti.

Bu yolculuk bana, kültürümüzü ve soydaşlarımızı tanımanın, coğrafyayı keşfetmenin, onlarla bağlar kurmanın gerekliliğini gösterdi. Her karşılaşma, her selamlaşma, bizi birbirimize ne kadar yakın kıldığını hissettirdi. Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında, yüksek dağlarında, derin vadilerinde gezerken Ergenekon ve Ötüken’in sadece mitolojik hikayeler olmadığını, Türk milletinin ruhunu yansıtan, geçmişimizle bugünü buluşturan kutsal mekânlar olduğunu anladım.

Özellikle Ötüken’de, atalarımızın izlerini sürdüğümde, o kadim toprakların bize bıraktığı mirası derinden hissettim. Ötüken’in kutsallığını yaşamak, bir Türk’ün ruhuna huzur getiren bir tecrübeydi. Orada hissettiğim o manevi atmosfer, sanki atalarımızın ruhlarının hâlâ o topraklarda dolaştığını, bizi izlediğini, koruduğunu ve yol gösterdiğini gösteriyordu.

Bu gezi bana, Türk dünyasının zenginliğini, çeşitliliğini ve birliğini öğretti. Köklerimizi hatırlamanın, birbirimize sıkı sıkıya sarılmanın, kültürümüzü yaşatmanın ve gelecek nesillere aktarmanın ne kadar önemli olduğunu anladım. Tuna Boylarından Ötüken’e uzanan bu yolculuk, aslında kendi içime yaptığım bir yolculuktu. Gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim, bu coğrafyanın bize miras bıraktığı kutsal değerlerin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlattı.

KAMÇATKA’DAN BERİNG BOĞAZINI GEÇEN İNSANLARI ARAŞTIRMAK

· Adnan Öztürk: Bundan sonra sizi nerelerde takip edeceğiz, nereleri ziyaret edeceksiniz.?

Kuntay Mutlu: Bundan sonraki yolculuğumda izini sürdüğüm Türk kökenli soydaşlarımızın izlerini Amerika kıtasında takip etmeyi planlıyorum. Binlerce yıl önce Kamçatka’dan Bering Boğazı’nı geçerek, Alaska’dan başlayıp Kanada, ABD, Meksika ve Güney Amerika’nın en uç noktalarına kadar yayılan bu halkların izini sürmek beni çok heyecanlandırıyor. Bu göç hareketi, birçok bilim insanı tarafından Türk veya Orta Asya kökenli olduğu düşünülen halkların Amerika kıtasındaki varlığına işaret ediyor. Planım, bu tarihi yolculuğu Amerika kıtasının en kuzeyinden, Alaska’dan başlayıp en güneyine, Arjantin’e kadar gitmek ve bu izleri yerinde incelemek. Her adımda yeni kültürler, kaybolmuş izler ve ortak bağlarımızı keşfetmek üzere yola çıkmaya hazırlanıyorum.

KUNTAY MUTLU’NUN arşivinden seyahat kareleri: