Ozan Yusuf Polatoğlu
Nereden nereye diye bir duygu ile zihnim 1970’li senelere gitti. İmkânların çok daha kısıtlı olduğu, oturmamış muğlak durumların iğretiliğinde zorluk yıllarıdır o yıllar. Aile birleşimlerinin çok az bir oranda olduğu, heim diye dilimize yer etmiş işçi yurtlarında dar çerçevede yaşanan bir döngüdeki hayat şeklidir bu sözünü ettiğimiz.
Söz konusu gariplik ramazanlarda, bayramlarda daha da etkili bir şekilde hissedilir. Gariplik çökünce kaç ramazandır Türkiye’den ve aileden uzak olduğu hatırlanır. Her ramazan bir yıla işaret eder.
Bu haller sazdaki tellerde âşıktaki dillerde bir ses olur :
Mektup selam söyle Nergiz geline
Sabır etsin dua etsin gelirim..
diye başlayan mektup şiir, ya da türkü mektup bir noktada şöyle devam etmektedir.
Yer altında bizim dar mekânımız
Hasret ile yanmaktadır canımız
Devroldu yedinci ramazanımız
Sekizincisini tutsun gelirim…
(Âşık Yaşar Reyhanî)
Görüldüğü gibi mahkum ve mahrum şartlarda, Anadolu’daki ailesinden kopuk gurbetin garip şartlarındaki duygu burukluğu ramazan günlerini de kaplamaktadır. Ramazan günleri sılasından akrabasından kopuk olması daha da etkili şekilde kendini hissettirmektedir.
O günlerden bu günlere çok şey değişmiştir. Tek başına gelen ilk yılları tek başına yaşayan işçilerimizin bazıları Türkiye’deki ailesini buraya getirmiş, bazıları bu yıllarda yeni evlenmiş bir dönüşüme girilmiştir. Sonrası malumdur, aileye katılan oğullar kızlar ve daha sonrasında torunlar ile taçlanan, büyüyen aileler oluşmuştur.
Yeni bir ramazanı idrak ederken ruhlarımız manevi duyguların hazzına açılmaktadır. Batı Avrupa’da oluşturduğumuz, alt yapısını kurduğumuz, küçük bir Anadolu’ya dönüştürdüğümüz bu şartlarda, oruç atmosferini yeni bir yılda daha yaşamaktayız. Milyonları aşan sayımızla, renkli Festi Ramazan etkinlikleriyle, dolup boşalan minareli camilerimizle, kalabalık iftar sofralarımızla artık Avrupa’daki ramazanlarımız güzel geçmektedir ve hatta toplumsal bir dinamizm dahi kazandırmaktadır.
Ekranlardan duyduğumuz sesler ile, telefonlara yansıyan mesajlar ile de, gelenekte yeri olan Anadolu ramazan manilerinin renkleri bu diyarlara da yansımaktadır:
Göz aydın hepimize,
Mübârek günler bize,
On bir ayın sultanı,
Hoş geldin evimize
Onbir ayın sultanı,
Kıymetlidir her ânı,
Süslersin şu cihânı,
Hoşgeldin yâ Ramazan.
Ramazanım merhaba
Bizlere verdin sefâ,
Rabbimize hamdolsun,
Her nefeste bin defa.
Kültürel etkinlikler, ekranların uzaklarda idrak edilen oruç günlerini yakına taşıması da ayrı bir güzellik olmaktadır. Müslüman Coğrafyadan ve özellikle Türkiye’mizden ekranlara yansıyan bu özel renkler, nağmeler, dualar kalplerimizi koca bir dünya genişliğine açmaktadır. Müminden millete, ümmete uzanan bir çizgi de bu vesile ile bir daha fark edilmektedir.
Öte yandan kendi içimizle buluşmanın da zamanı bu zamandır. Velhasıl, bu vakit anlamak, kavramak, bağlanmak vaktidir. Olağan üstü günlerde olunduğunu algılamak vaktidir:
BU VAKİT
Bu vakit, bulmak vaktidir;
Oruçlu olmak vaktidir..
Rahmetin nûr kapısını
Umutla çalmak vaktidir..
Havf ile hüzünlü olup
Reca’yla gülmek vaktidir..
Bu vakitler baştan başa
Feyz ile dolmak vaktidir..
Her anının kıymetini
Hakkıyla bilmek vaktidir..
Nefsin yedi kat taşını
Sabırla delmek vaktidir..
Sofralarda lokmamızı
Kardeşçe bölmek vaktidir..
Takvâ basamaklarında
Bir yere gelmek vaktidir..
Zaten her vakit iç içe
Yaşamak, ölmek vaktidir..
Bu vakit, bulmak vaktidir
Oruçlu olmak vaktidir..