SİYASETE MEZE YAPILIYORUZ

Muhsin Ceylan

Batı’da, Türk veya Türkiye denildiğinde, ilk akla gelen İslam’ın olduğu ve kasdedildiğini bilmeyenimiz de yoktur. Yani Batı, asırlardan beri İslam’ a hep bizlerin üzerinden bakıyor, okuyor ve tarif ediyor. 56 yıldır yaklaşık 5 milyon Anadolu asıllı insanın Avrupa ülkelerinde yaşıyor olmasına rağmen, bu insanlara bir türlü eşit göz hizasından bakmayı ne istedi ne de öğrendi Batı. Ülkelerinde çıkarılan savaşların akabinde canlarını kurtarmak için memleketlerini terketmek zorunda bırakılan kahir ekseriyeti Müslüman mültecilerin Avrupa’ya sığınmak için yollara düşmeleriyle, İslam daha yoğun bir şekilde yeniden her türlü tartışmanın tekrar merkezine taşındı. Dolayısyla Türkiye de. Buna ilaveten, Avusturya, Almanya, Hollanda ve Fransa seçimleri ve Anayasa referandum tartışmlarının buralara yansımasıyla Almanya merkezli Avrupa Birliği üye ülkeleriyle yaşanan tartışma, atışma, restleşmeler medya başta kamuoylarının ana gündem maddesi haline geldi. Tarifi zor bir süreçteyiz…

ERDEMLİLERİN KONUŞMA VAKTİ

Bilhassa yaşadığımız güncel süreçte, Türkiye’nin Batı ile yoğun çelişkiler yaşanmayan günü yok gibi. Hemen hemen her gün bir Batı başkentinden Türkiye’ye veya Türkiye’den Batı’ya izahını yapmanın hiçte kolay olmadığı acayip açıklamalar geliyor. Bu süreçte, hep farklılıklar üzerinden seslerin yükseltilmesi sonucu, Avrupa’nın eski hastalığı ırkçılık yeniden yükseliyor. Avrupa’nın bir yerinde gün geçmiyor ki, müslümanların ibadethaneleri camileri, buluştukları mekanlar derneklerine saldırılmasın, oralar kundaklanmasın. Almanya merkezli Avrupa’nın yeni yerlileri Avrupalı Türkler, henüz adını koyamadıkları ciddi bir tedirginlik içinde. Bu tedirginlikle ilgili ciddi manada kafa yoran bugünlerle ilgili tesbitlerini masaya koyan ve yarınlarla ilgili neler yapılması noktasında da sözünü yükselten maalesef yok. Sözü olanların ise seslerini ne duyanlar ne de duymak isteyenler var. Populizm adeta hepimizi esir almış ve sanki herşeyimizin koordinatlarını o belirliyor… Ne bizler samimi davranıp, ’’ortak iyiye’ dönük cümleler kurabildik, sözlerimizi tezlerimizi anlatabildik, ne de Batılı, sizin günümüz ortak sorunları aşmak için çözüme yönelik sözünüz nedir, bir perspektifiniz var mı diye sordu, soruyor ve de sormaya niyetli. Her iki tarafın erdemlileri ise, ne hikmetse oldukça sessiz…Batılı azgın azınlık ırkçılar, her geçen gün düşmanlık tohumlarıyla besledikleri tabanlarında daha da güçlenerek ülkelerinin iktidarlarına doğru yürüyor…

Müslüman toplumların yaşamakta olduğu umutsuzluk ve öfke halinin sebeplerini, kafalardaki hakim İslam resmi ve kanaatini besleyen davranışları önce kendimiz her türlü tabudan uzak bir şekilde düşünmeli, araştırmalı yani akletmeliyiz ki, sıhhatli analizlere ulaşabilelim. Aksi halimiz, kapışmalardan beslenenlerin rant tezgahlarına malzeme sunmaya devam etmektir.

İslam, günümüze ait neler söylüyor? Dün kendinden olmayanlara hukuki statüler tanıyıp onlara kendi değerlerini yaşamaya zemin hazırlayan İslam’ın bu ‘ben’ tasavvuruna ne yaptık? Batı’nın sömürgecilik, kolonyalist sürecinde neden kırılgan olup, umutsuzluk ve öfkeye savrulduk? Dün medenileştirme dedikleri, bugün ise demokrasi götürme projelerine karşı zaman ve mekandan öte İslam’ın mutlaka diyecekleri, dedikleri var. İşin ehli, bağımsız beyinler, bunu insanlık gündemine taşımaya mahkumdur. Batı’nın, medenileştirilmeye muhtaç ’’öteki’’ olarak etiketleyip, konumlandırdığı ’’Doğu/İslam’’ resmi ve sosyolojik altyapısını düzeltebilecek yine ancak müslümanların bizzat kendileridir…

Avrupa’da, Türklerin Avrupa’yı İslamlaştıracağı gibi her türlü gerçeklikten uzak garip bir histeri hakimdir. Bu absürtlüğün toplumun tüm katmanlarında görülmesi ise daha da gariptir.

Dikkat edersek, Avrupa kamuoyu ve medyası adeta, Türkiye’deki referandumla yatıyor, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mesajları iç politikaya olan açıklamalarıyla kalkıyor.

Ortalık, içinden fil geçmiş züccaciyeci dükkanı gibi. Bu bağlamda Avrupa’nın ötekisi olan Müslümanlar ırkçı ve popülist hareketler için de önemli bir malzeme haline gelmiştir. Avrupa’nın yeni yerlileri bizler için aşağılayıcı ifadelerden geri durmayan aşırı sağ hareketler ve popülist partiler aynı zamanda geniş kitlelere ulaşabilmek için yeni stratejiler geliştirmişlerdir.  Avrupa’daki Türkiye’nin de çok önemli katkılarıyla oluşturulan bu dışlama retoriği potansiyel bir Türk ve İslam karşıtlığını körüklüyor  ve Türk karşıtlığının iç siyasete malzeme olmasına sebebiyet veriyor. Türk diasporası, bu süreçten en fazla zarar gören ve bundan doğrudan etkilenen kitle olarak tezahür etmektedir.

Türkiye kökenlileri birer „araç“ olarak görülüyor

Dikkat çeken başka bir nokta da; Avrupa ülkeleri, kendi siyasi gerilimleri ve toplumsal çalkantılarını geçiştirme, gölgeleme, perdelemek için gündemi başka yöne kaydırarak, Türkiye’yi ve Türk diasporasını nazik nazik ötekileştirmektedir. Aynı durum tek gündem maddesi referandum yapılan Türkiye içinde söz konusudur. Yaşadığımız bu sürecin birkaç yıl sonraki sosyolojik geri dönüşlerini düşününce ortaya hiçte hoş olmayan bir tablo çıkyor. Zira,  Türk diasporasının Avrupa’ya olan aidiyet duyguları nasıl seyredecek? Bireylerin sosyalizasyon süreçleri ve kimlik inşaları nasıl olacak? Bütün bunlar, çok kolay değişebilen devletler ilişkileri denklemleri heyecanına feda edilmeyecek kadar önemlidir aslında. Karşılıklı ıskaladığımız bu olsa gerek. ’’ Ankara Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlileri birer „rehine“, birer „araç“ olarak görüyor ve dolayısıyla onların geleceklerini tehlikeye atıyor’’ tesbitini, bağırıp çağırmadan, medeni bireyler gibi birbirimizi anlamaya yönelik, konuşabilmeli, tartışabilmeliyiz. Siyasi yaklaşımlarından bağımsız olarak,  Avrupadaki Türkiyeliler, kendi içlerine dönüp çoğul aidiyetlerinden uzaklaşmamalı. Devletlerin ikili ilişkilerinde krizler çabucak geçer. Örnek mi? Daha dünkü, Türkiye-Rusya ilişkilerini hatırlayınız. Bu durum bireyler için çok daha farklıdır. Onun için Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler son yaşananların izlerini kolay kolay silemeyeceklerdir. Avusturya’da ve Hollanda’da yapılan,  Fransa’da, Türkiye ve Almanya’da yapılacak seçimlerin dönemleri sona erdiğinde ilişkiler çabucak yumuşayacaktır. Türkiye dostlarıyla, Avrupa da Türkiye ile ilişikilerinde iniş çıkışlar yaşıyor. Zora gelindiğinde hemen ağız değiştiriliyor. Normalleşme gerçekleşecektir. Ama gene bu türbülansların kurbanı olarak Avrupalı Türkler kalacaktır.

OY KULLANMAK, BİLİNÇLE İLGİLİDİR

Tüm bu nahoş gelişmelere rağmen, seçimler geçtiğinde birbirimizin yüzüne bakamayacak, söz ve tavırlardan ısrarla kaçınmalıyız. Seçme imkanlarımız olduğunda da mutlaka sandığa gidip, vicdanımızın sesine kulak vererek oyumuzu kullanalım. Bilinçli vatandaşlık gereği oy kullanmamanın haklı hiç bir izahı olamaz ve olmamalı. Sandığa gitmemek, sorumluluktan kaçmaktır. Bu da, bilinçli bireylerin yapmayacağı eylemdir. İster mahalli, ister eyalet veya genel seçimlerle referandumlarda sandığa gidip oy kullanmayanlarımızın, uygulamalarını bizzat yaşayacağımız politikalar hakkında söyleyeceklerinin hiç bir manası yoktur…