Diyanet İşleri Türk İslam Birliği – DİTİB ile ilgili münakaşalar daha o kurulmadan gündemde yer etmeye başlamıştı. İran’da Humeyni Devrimi’nin, Türkiye’de Evren Darbesi’nin ardından oluşan atmosferde Türkiye Devleti, yabancı ülkelerde yaşamakta olan vatandaşlarına daha iyi dini hizmetler sunmak, onları kendisinin zararlı gördüğü ideoloji ve akımlardan korumak, istenmeyen dini cemaat ve hareketlerin tesirinden uzak tutmak için adımlar atılması gerektiğini görerek yoğun bir çalışmaya girişmişti.
Vatandaşların da bu yöndeki beklentileri nedeniyle DİTİB kısa sürede teşkilatlandı, yayıldı ve Avrupa’daki en güçlü dini teşekkül haline geldi. En önemli dış rakibi İran, iç rakipleri ise Milli Görüş ve Süleymancılardı. O dönemler, dini grup ve cemaatlerin birbirlerini sürekli tekfir ettikleri, birbirlerinin camilerine gitmedikleri gibi, başka camileri mescid-i dırar ilan ettikleri dönemlerdi. Namaz ve oruç vakitlerinden Bayram vakitlerine kadar her grubun ayrı takvimi vardı. Uzun yıllar süren bu kavgalar zamanla yok denebilecek seviyelere indi.
Almanya’ya ‘devlet’ olarak adım atan DİTİB’in yapılanması da ‘devlet gibi’ oldu. 12 Eylül rejiminin etkisinde katı hiyerarşik bir yapı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Dış İşleri Bakanlığı üçgeninde dini, sosyal ve kültürel hizmet vermeye dönük bir sistem oluşturuldu. Bu tip yapılanma bazen avantaj, bazen dezavantaj sağlıyordu. Bu nedenle zaman içerisinde, yeterli görülmese de bir hayli yeniliğe ve reorganizasyona gidildi, yönetimde ve icrada eksen Türkiye’den Almanya’ya kaymaya yüz tuttu.
Türkiye’nin cömertçe sunduğu devlet imkanlarından yararlanan ve vatandaşların geniş desteğini alan DİTİB kısa zamanda sadece dini hizmetler alanında değil, hayatı kapsayan tüm sahalarda faaliyet yapan en önemli kuruluş haline geldi. Diğer benzer kurumlarla yaşanan rekabetten başarıyla çıkan DİTİB, başlangıçtan bu yana Alman devletinin ve Avrupa’daki diğer devletlerin de desteklerini aldı, övgülerine mazhar oldu. Çünkü Avrupa devletleri DİTİB’i, Türkiye ile sıkı ilişkileri nedeniyle güvenilir; her an aşırılığa kaçması ve kontrolden çıkması muhtemel diğer cemaatlere karşı da önemli bir denge unsuru olarak görmekteydiler.
DİTİB, bugün sadece Almanya’da 900’dan fazla cami ve mescide sahip, merkezi ve bölgesel kurumsallaşma yolunda önemli adımlar atmış, cami hizmetleri, eğitim ve kültürel çalışmalar, sportif faaliyetler, meslek kursları, uyum programları, hac, umre, kurban ve cenaze işleri, ticari yapılanmaları ile gittikçe göze batar hale gelmiştir. Alman devleti nezdinde Müslümanların temsili konusunda diğer dini kuruluşları bir araya getirerek yürüttüğü çalışmalar, uyum ve İslam konferanslarında izlediği tutum ve son zamanlarda Türkiye’nin milli politikalarına verdiği destek, yabancı düşmanlığı, Türk ve Türkiye karşıtlığı ile islamofobianın revaçta olduğu günümüzde yeni saldırıların hedefi haline gelmesine sebep olmuştur. Almanya’daki seçim süreçleri, bu saldırıların dozunun artmasına yardımcı olmaktadır.
Ancak bütün bunlar kendi eksiklik ve hatalarımızı görmemize engel değildir. Türkiye ve Almanya’daki bazı yetkililerin -itiraf edildiği gibi- yaptığı akıl almaz hatalar, yüz binlerce kişiye hizmet veren, İslam’ı Avrupa’da temsil edebilecek en önemli kuruluş olan DİTİB’i büyük bir sıkıntıya sokmuştur. Adeta pusuda beklemekte olan kötü niyetlilere altın tepsi içerisinde bulamayacakları bir fırsat sunulmuştur. ‘Casusluk’ bir dini kuruluş için karşılaşabileceği en ağır suçlamadır. DİTİB, kendisine sürülmek istenen bu lekeyi kısa sürede bertaraf edecek güç ve kabiliyete sahiptir; çünkü bilinmektedir ki, bu suçlama bazı kişilerin görev ve yetkilerini aşan, kendilerine vazife olmayan işlere yeltenmelerinden kaynaklanmaktadır. DİTİB’e düşen, bu kişilerle hiç vakit geçirmeden yollarını ayırması, gerekli olanları teşhir etmesi ve kamuoyunu tatmin edecek bir şeffaflıkla hareket etmesidir. Bunu yaparken peşin hüküm ve hatalara düşmemek için Türkiye’deki ve Almanya’daki adli ve idari kurumlarla birlikte çalışmalı, mağduriyetlere ve asılsız suçlamalara imkan vermemelidir.
DİTİB, hatalarıyla sevaplarıyla bizimdir. Ne bir partinin, ne bir hükümetin, ne de siyasi bir akımın etkisi ve emrinde olmayan, tüm vatandaşları kucaklayan, siyaset-üstü, bulunduğu ülkelerin kanunlarına tabi ve onlara saygılı bir kurum olma niteliklerini ısrarla korumak zorundadır. DİTİB’i belli bir siyasetin aracı olarak görenler, sadece DİTİB’e değil, milletimize ve devletimize de ihanet etmiş olurlar. Bu nedenle, hiçbir şeyi halının altına süpürmeye yeltenmeden yapılacak bir özeleştiri ve ardından kuruluş ve topluma hizmet ilkelerinin yeni baştan kamuoyuna deklare edilmesi, seçim sathı mailine girilen Almanya’da bu nadide kurumumuzu bir çok düşmanca saldırıdan koruyacağı gibi dostlarını da arttıracaktır.