Yurtdışında yaşayan Türklerin 60 yıldır yaşadıkları sıla yolu çilesi, asırlar ve nesiller değişse de bitmek bilmiyor. İzin dönemini memleketlerinin havasını teneffüs ederek akraba ve dostları ile birlikte geçirmek isteyenler binlerce Euro harcayarak binlerce kilometre yol katetmek zorundadırlar. Gurbetten sılaya uzanan yolda 5-6 ülke geçilir. Her ülkenin ayrı bir görüntüsü, değişik uygulamaları ve değişik dertleri vardır. Vatana ulaşmak azmindeki gurbet insanımız hepsine katlanmayı göze alır, yeter ki ay yıldızlı bayrağın dalgalandığı kendi ülkesinin sınırlarına ulaşsın.
İnsanımız uzun yıllardır yapmakta olduğu bu gidiş-dönüş seyahatlerinde adeta geçtiği ülkelerin ve Türkiye’nin sosyal, siyasi, ekonomik gelişmesinin canlı şahidi oldu. Ülkelerdeki değişikliklerin ve gelişmelerin sınır kapılarına nasıl yansıdığını gördü. Hadi sınırların kalktığı ülkeleri bir yana bırakalım, eski Yugoslavya’dan doğan ülke sınırlarında, hatta Yunanistan ve Bulgaristan’da ne gibi yenilikler, gelişmeler, iyileşmeler olduğunu yıldan yıla takip etti. Ama onu en çok sevindirecek olan kendi ülkesinin sınırlarındaki gelişmelerdir; bunu yeteri kadar bir türlü göremedi, yaşayamadı.
Kapıkule hala 30-40 yıl öncesinde kalması gereken uzun otomobil kuyruklarıyla gündeme geliyor. Hem ülkeye girerken, hem çıkarken insanlarımız bu yıl da geçmiş yıllarda olduğu gibi yaşanmaması gereken çilelere maruz kaldılar. Yine çaresizliğin ifadesi olarak ‘rezilliğimizi görün’ feryatları yükseldi. Halbuki yetkililerimiz, izin dönemi öncesinde –her yıl olduğu gibi- müjdeler vermişler, sınırda bekleme olmayacağını söylemişlerdi. (http://www.intertuerk.com/hayat/gumruklerde-gurbetciye-buyuk-kolaylik-h836.html). Bu vaadlere inanıp yolculuk planlarını ona göre yapanlar yirmi kilometreyi bulan kuyruklar ve sonu belirsiz bekleme süreleriyle karşı karşıya kalınca ne yapacaklarını bilemez hale geldiler. Muhataplara, izin öncesi ağızlarından bal damlayan yetkililere ulaşma, işi düzelttirme şansları yoktu; mecburen bekleyecekler, başlarına gelene katlanacaklardı. Gümrükteki işlemleri birkaç dakikada halletme umuduyla yola çıkanlar, kapıya ulaşmak için saatlerce beklemek zorunda kalacaklarını hesap etmemişlerdi. İşlerine yetişme endişeleri, çoluk çocuğun sefilliği, yakıcı güneş ve saldıran sivrisinekler kimsenin umurunda değildi. Gurbetçiyi başından savmak isteyen yetkililerin sarıldıkları bahane yılların tecrübesi ile artık alışılagelen ‘Yunan gıcıklık yapıyor’, ‘Bulgar mahsustan yavaş davranıyor’ yalanları idi.
Feryatlar ayyuka çıkınca yerli medya organları konuya mecburen ilgi göstermiş; bu ilgiden de günümüz Türkiye’sindeki haber, yorum ve fikir namusunu çok güzel ortaya koyan sonuçlar doğmuştu. Kahraman medyamız, sorumluların ilgisizliği, yirmi kilometreyi bulan kuyruklar, yürümeyen işlemler, kapıdaki kargaşa, mağdur vatandaşlar, perişanlık içindeki çoluk çocuk yerine birkaç fotoğraf karesine sokuşturulmuş kanallara ve yol kenarlarına atılmış çöpleri ön plana çıkarıp ‘vurun abalıya’ politikası izlemişti. Oysa özenle servis edilen fotoğraflarda görüldüğü haliyle bile, çevrede tek bir çöp kutusu görülmemektedir. Hal böyle iken otomobil kuyruğunda adım adım ilerleyenlerin çöplerini poşetler içerisinde yol kenarına bırakmak dışında şanslarının bulunmadığı gözardı edilerek gurbetçi insafsızca saldırılara muhatap oldu.
Konu daha sonra sosyal medya ve televizyonlarda ele alındı. Oralarda da insanlarımızın hissiyatından zerre kadar nasibini almamış kişilerce gurbetçilerimiz ‘pis’ olmakla, ‘pislik saçmakla’ suçlandı. ‘Avrupa’da olsa böyle yapamazsınız’ diye ithamlar yapıldı. Konuyu ‘çöp’e bağlayanlar, Kapıkule ve diğer sınır kapılarındaki çağdışı uygulamaları gündeme getirmedikleri gibi Türkiye’ye yakışmayan bu manzaranın oluşmaması için neler yapılması gerektiğini düşünme hususunda en ufak bir zahmete girme eğilimi göstermediler.
Acaba bu çokbilmiş ukalâ takımı bekleme bölgesine belli aralıklarla çöp kutusu koymayı/koydurtmayı akıl edemedi, gurbetçilerimizin niçin Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırbistan’ın çıkış kapılarında çöp yığınları oluşturmadıklarını soracak kadar da idrakleri yok muydu? Diyelim idraksizdiler, yurt dışındaki insanlarına ‘pis gurbetçiler’ diyebilecek kadar nasıl insafsız olabiliyorlardı? Problemlere çözüm bulması gereken siyasetçileri, işinin ehli olmayan yetkilileri, sorumluluğu birbirine atmaktan öte işi olmayan vurdumduymazları korumak uğruna milyonlarca insanımıza ‘Pis Türkler’ yakıştırmasını yapacak kadar alçalmak, Bulgar’ın, Yunan’ın, Sırp’ın, hatta Alman’ın, Fransız’ın yapamadığı hakaretleri yapacak derecede insanlıktan uzaklaşmak nasıl bir vicdansızlıktır?
O gurbetçiler ki, belki Türkiye’ye iki fazla turist daha gider de bir yaraya merhem olur diye yıl boyu ülkemizin ne kadar güzel, insanımızın ne kadar temiz olduğunu anlatmak için anaları ağlamaktadır.