2017 yılı Almanya’daki Türkler açısından fırtınalı bir yıl oldu. Türkiye-Almanya arasında esen sert rüzgarlar Almanya’daki seçimlerin ortaya çıkardığı sıcak gündemlerle birleşince tesirleri kolayca giderilemeyecek bunaltıcı bir hava oluştu. Bu puslu hava içinde gerçek gündemlerden ziyade sadece zarar vermeye odaklı yapay gündemlerin, zehirli söylemlerin cangılında bir hayli bunaldık.
Bu bozuk havanın hala devam ettiğini, fırtınanın rahmete henüz dönüşmediğini görüyoruz. Dünya’daki, Türkiye’deki ve Almanya’daki gelişmeler bu dönüşümün pek kolay olmayacağının işaretlerini veriyor. Şartlar ne olursa olsun politikacıların görevi havayı yumuşatmak, hayatı normale döndürmek için çaba sarf etmek iken tam tersi oluyor, kısa vadeli kazançlar toplumların rahat ve huzurunun, uzun vadeli kazançlarının önüne geçiyor.
Popülizmle süslü sahte gündemler esas sıkıntıların üstünü örtüyor, çözüm yolları aramak yerine kavga çıkarmak içten içe patlamalara yol açacak sosyal problemlerin beslenip büyümesine yol açıyor. Politikacıların kifayetsizlikleri ve ihtirasları, bu günün nesillerinin müreffeh, mutlu, sağlıklı bir hayat geçirmesini engellerken, gelecek üzerinde de ipotek kuran adımlar atılıyor. Vadedilen güzel gelecek insanlarımızın ufkundan giderek uzaklaşıyor, görünmez hale geliyor.
Halbuki Almanya’daki Türklerin bu sıkıntıların içinde boğulur hale gelmesi ne tarihin, ne sosyolojinin, ne siyasetin kurallarına göre yaşanması mutlak bir mecburiyet değildir. Aslında hayatı zorlaştırmak hayatı kolaylaştırmaktan daha zordur; ancak filmlerde gördüğümüz sürekli kötü adam rolü yapan oyunculara özenen siyasetçiler zoru başarıyor ve insanların rahatını, huzurunu kaçırıyor, toplumlar arasına fitne, ayrılık ve barışı zehirleyen kavga tohumları saçıyorlar.
Almanya’da yükselmekte olan yabancı düşmanlığına ve aşırı sağa dikkat çekenlerin konuyu abarttığını söyleyenler, şimdi Bundestag’a dolan ırkçı kafalarla sandalye kapmaca oynuyorlar. Dışlanmanın, yabancılaştırmanın çarkları arasında büyüyüp yetişen yabancı kökenli çocukların bir gün ülkenin problemi haline geleceği uyarılarına kulak tıkayanlar şimdi ‘sadakat’ arayışlarıyla meşguller. Ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel dengesizlikler yerine zorlama ‘öncü’lüklere soyunanlar halının ayaklarının altından kaydığını yeni yeni fark etmeye başladılar. Refah ve zenginliği bir yana bırakalım, beşikten mezara fırsat eşitliğinden mahrum milyonlarca ‘öteki’nin ülkeye diğerleri ile aynı duygularla bağlı olmasını nasıl bekleriz? Ömrünü Almanya’nın kalkınmasına harcamış nesillerin çocuklarına ‘ama karşılığında ücretini verdik’ diyenlere ‘vatan sevgisinin ücreti nedir?’ diye sormak gerek.
Almanya, ülkede yaşayan Türklerin ve diğer yabancıların 60 yılı bulan işçi göçü sürecinde kendisi için ne anlam ifade ettiğini, nasıl bir zenginlik kaynağı olduğunu anlamamakta direniyor. Aynı Almanya, Türkiye’nin dünya üzerinde kendisi için en gerekli ve en önemli müttefik konumunda olduğunu, Türklerin her şeye rağmen dünyada kendilerini –hâla- seven tek millet olduğunu kabulde zorluk çekiyor. Kendisini bu konuma oturtan tarihten gelen ırkçı takıntı ve saplantılarını terk edemiyor, bu bir yana bünyesindeki bu ur gittikçe daha büyüyor. Beş yıl önce ırkçı bir partinin mecliste yüze yakın kişiyle temsil edileceği söylenseydi tüm Almanya buna söz birliği ile karşı çıkardı.
Açık ırkçıların varlığından ziyade en büyük tehdidin toplumun içine sinmiş gizli ırkçılıktan geldiği bilinmektedir. Bu, bünyede o kadar yer-leşik ve görünür hale gelmiştir ki artık bir gizli- likten bahsetmek mümkün değildir. Türk düşmanlığı, yabancı karşıtlığı, islamofobya, mültecilere karşı insafsızca yaklaşımlar o denli sıradanlaştı ki, her ay artan fiili saldırılar artık sadece istatistik bir değer olarak dikkate alınıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ismi üze- rinden yapılan saldırılarla ırkçılık meşrulaştırı-lıyor, Türk ve Türkiye düşmanlığı zirve yapıyor.
Almanya, her fırsatta ülkede yaşayan Türkleri bir gün asimile ederim umuduyla köklerinden koparma çabasından vaz geçmiyor. Köksüz, şahsiyetsiz, kimliksiz kitlelerin sadece problem üreteceklerini hesaplayamıyor. Yabancılar üzerinde planlar programlar yapma uğraşısına bazen kendisini o denli kaptırıyor ki, esas işlerini unutuyor, ülkede kaosu besleyen gelişmelere iş işten geçtikten sonra uyanıyor. En azından seçim döneminde Almanya yerine Türkiye’ye odaklanmanın çıkardığı tablonun tahlilini yapsa, birçok şeyi nasıl yapması gerektiğini de görebilir. Ama hatada ısrarı sürdürüyor, fırtınanın rahmete dönüşmesini geciktiriyor.
Her şeye rağmen güzel bir 2018 yılı dileklerimle.