Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde 2013 yılından bu yana görülen Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) davasında yaşananlar hem bu örgüt yapılanmasının halen aktif ve ayakta olduğunun işaretlerini veriyor hem de Almanya’da Naziliğin giderek güçlendiğini gözler önüne seriyor.
Hatırlanacağı üzere Almanya’da, 2000-2007 yıllarında 8’i Türk, biri Yunanlı ve biri polis 10 kişiyi öldürmek, birisi Keupstrasse saldırısı olmak üzere 2 bombalı saldırı ve 15 kadar banka soygununun failleri olan NSU terör örgütü üyelerinin varlığı, cinayet ve diğer eylemlerdeki rolü, 4 Kasım 2011’de tesadüf sonucu ortaya çıkmıştı. NSU üyelerinden Uwe Böhnhard ve Uwe Mundlos, 4 Kasım 2011’de bir banka soygununun ardından polisten kaçarken saklandıkları karavanda yerlerinin tespit edilmesinin ardından sağ yakalanmamak ve delilleri yok etmek için intihar etmişlerdi. Hücrenin diğer üyesi Beate Zschaepe ise NSU üyelerinin son kullandıkları hücre evini ateşe verdikten birkaç gün sonra polise teslim olmuştu. 2013 yılında açılan ve gerçeklerin ortaya çıkmaması için değişik çevrelerin oyun üzerine oyun sergiledikleri davada Beate Zschaepe ile birlikte toplam 5 kişi yargılanıyor.
Çetenin ortaya çıkarılmasından sonra bu üçlü ile irtibatta olan istihbarat ve güvenlik makamları ve sorumlu kişiler adeta davanın kilitlenmesi ve bağlantılarının ortaya çıkarılamaması için yoğun çaba göstermişlerdir. Buna paralel olarak kamuoyu sürekli olarak Türk, İslâm, mülteci ve yabancı düşmanlığını yükselten, ırkçı ve nazi odakları destekleyen bir yönlendirmeye maruz bırakılmış, katil nazileri alkışlayan çevrelere çanak tutulmuştur. Bu, eldeki tek sanık Beate Zschaepe’nin mahkeme ile dalga geçip kurban yakınlarıyla alay etmesine, bazı çevrelerce kendisinin nerdeyse ‘kraliçe’ ilan edilmesine cesaret vermiştir.
NSU davası etrafında dönen dolapları, ülkedeki Türk ve İslam karşıtı havadan, teröristlerle fikrî akrabalık bağına sahip siyasi partilerin Alman Parlamentosu Bundestag ve Eyalet Meclislerindeki yükselişlerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ülkenin siyasi şartları ne yazık ki NSU’nun yaşaması yanında benzer örgütlerin kurulup palazlanmasına müsait bir haldedir. Aşırı sağın yükselişi kitle partileri nezdinde sadece şaşkınlığa yol açmakta, ona karşı herhangi bir tedbir düşünülmemektedir.
Siyasi alandaki çaresizlik ve niyetsizlik kendisini adalet, güvenlik ve idarede de göstermektedir. NSU davası tanıklarından bazılarının esrarengiz şekilde ölümleri, yüzlerce belgenin iç istihbarat örgütü tarafından ‘yanlışlıkla’ imha edilmesi, ifade veren güvenlik görevlilerinden bazılarının hemen hiçbir şeyi hatırlamaması, parlamentolarca kurulan araştırma komisyonlarının bazı bulgularına itibar edilmemesi adalet bekleyen mideleri bulandırırken, nazi yanlısı çevreleri de cesaretlendirmektedir.
Arkalarının güçlü olduğu inancındaki örgüt mensupları, son olarak Almanya’da Baden-Württemberg Eyalet Meclisinde NSU terör örgütünü araştıran komisyon başkanı Wolfgang Drexler’e tehdit mektubu gönderip kendisini ve komisyon üyelerini tehdit ettiler. Ayrıca komisyonda dinlenecek önemli bir tanığın evindeki posta kutusunun üzerine mermi bıraktılar. Katil sevicilerin bu cesareti nereden buldukları ortadadır.
Türkler ve duyarlı kamuoyu davanın nihayetlenip gerçeklerin ortaya çıkmasını, suçluların ve destekçilerinin hak ettikleri cezalara çarptırılmasını beklemekte ancak gün geçtikçe ümitleri azalmaktadır. Konunun hukuki boyutu yanında siyasi boyutunda da aleyhimizde ciddi gelişmeler söz konusudur. Bunlardan birisi Almanya için Alternatif (AfD) adlı aşırı sağcı, popülist parti-nin genel seçimlerde elde ettiği başarı ve bunun Bundestag’a yansımasıdır. Anamuhalefet Partisi konumuna yükselen bu parti, eline geçen her fırsatı değerlendirerek ülkede Türk ve İslam düşmanlığını, yabancı karşıtlığını körüklemekte ve bunda da başarılı olmaktadır. İşin ilginç yanı, istismarda sınır tanımayan AfD’nin siyasi şovları nedeniyle bazı şuursuz Türklerin dahi alkışını alabilmesidir.
Bilindiği gibi bu Türk düşmanı partinin bir üyesinin mecliste yaptığı konuşmada rakibi Sol Parti aleyhinde Türkiye’nin Zeytin Dalı Operasyonu bağlamında sarf ettiği sözler, işin önü ve arkası düşünülmeden bazı Türk kesimlerince mal bulmuş mağribi gibi sahiplenilip alkışlanmıştı. ‘Düşmanımın düşmanı benim dostumdur’ ilkesinin aslında büyük bir acz olduğunun hesabını yapamayanlar, sadece ve sadece öz düşmanlarının değirmenine su taşırlar. Aslında takip edenler bilmektedir ki, NSU cinayetle-ri yaşanırken de içimizdeki bazı şuursuzlar, belli odakların ‘döner cinayeti, namus cinayeti, kan dava-sı, Kürt-Türk kavgası’ gibi saptırmalarına kapılmış- lardı ve bu puslu hava cinayetlerin pervasızca deva-mına yardımcı olmuştu.
Elbette NSU davasını ve bu cinayetlerin arka planında nelerin yattığını ortaya çıkaracak olan mahkemelerdir. Ancak meselenin nasıl sonuçlanacağı noktasında bizim şuurlu yaklaşmamızın büyük etkisinin olacağını bilerek hareket etmek ve düşman çevrelerin oyunlarına gelmemek hepimizin boynunun borcudur.