Almanya’da her hangi bir faaliyet yapmak istiyorsanız veya toplum için faydalı işler ortaya koymak istiyorsanız dernek veya vakıf olarak hareket etmeniz gerekiyor. Şahış olarak fazla yapabileceğiniz birşey yok. Şahs-ı manevi olarak birşey yapmak istediğinizde çok daha başarılı olabillirsiniz.
Kurumsal olarak devletin tüm haklarından, yaşadığınız şehirde bir çok imkandan, farklı boyutta maddi desteklerden faydalanabilirsiniz. Bu nedenle her zaman kurumsal kişilik ön planda olmalıdır. Ayrıca dernekler yasalar ile korunmuştur. Topluma faydalı ve katkısı olan bir derneğin vergi ödemesi de gerekmiyor.
Dernekleşmenin onlarca faydasının arasında en önemli etken ise, birlik ve beraberlik oluşturmak. Aynı düşüncelere sahip olan insanlar, aynı fikirleri olan, aynı hedefleri olan insanları bir dernek ile biraraya getirebiliyorsunuz. Kurduğunuz o dernek tüm insanlarınızı temsil eder ve kucaklar.
Almanya’daki Türkler de çok erken bir zamanda kurumsallaşmaya ve dernekleşmeye yönelik adımlar atmışlar. 1961´de Almanya ve Türkiye arasında antlaşma yapıldıktan sonra, 1973´e kadar onbinlerce Türk işci Almanya´ya geldi. İlerleyen yıllarda Almanya´daki işcilerin Türkiye´deki aileleri de Almanya´ya gelme imkanı buldu.
Almanya´da gurbette yaşayan vatandaşlar biraraya gelebilmek için, yukarıda bahsettiğimiz birlik ve beraberliği oluşturmak için dernekler kurdular. Sadece Türkler değil, diğer milletten insanlar da kendi derneklerini kurdular. Siyasi, ideolojik, kültürel, spor ve dini dernekler hızlı bir şekilde yayıldı. Bu bağlamda cami dernekleri de oluşmaya başladı. İslam dini Almanya´da anayasal olarak resmi bir din olarak kabul edilmediği için camiler de dernek statüsü altında kuruldu. Tüzükler ise hep aynıydı. Hazırlanan tüzükler Almanya genelinde kullanıldı. 1973´de İslam Kültür Merkezleri, 1976´da Milli Görüş Teşkilatları, 1978’de Türk Federasyonu, 1984´de DİTİB, 1987´de ATİB kuruldu.
Oluşan dernekler ve STK´lar, ister dini olsun ister farklı olsun, ilk başlarda doğal olarak kendi kültürlerini, dinlerini ve dillerini koruma faaliyetlerine ağırlık verdiler. Çünkü hiçbirisinin Almanya´da kalma niyeti yoktu. Hem Türkler, hem diğer milletler tekrar vatanlarına dönme hesapları yapıyordular.
80´li senelere gelindiğinde ise, kendilerine ´Misafir İşci´ diye hitap edilenlerin çocukları Almanya´da doğdu. Çocuklar büyüdükçe, okul hayatı ilerledikçe, sosyal hayat genişletikçe, yep yeni sorunlar ve sorular ortaya çıktı. Daha önce dikkatten kaçan, belki de ihtiyaç duyulmayan yeni yeni meseleler ele alınmak zorundaydı. Kendi kabuklarında kendi dertleriyle uğraşan dernekler ve STK´lar ise hazırsız yakalandılar. Çünkü bu ihtiyaçları giderebilecek elemanlar yoktu veya çok azdı. Binalar her yerde, en güzel şekilde dikilmişti, fakat yeni sıkıntıları ele alabilecek sosyal alanda profesyonel elemanlar henüz yetişmemişti.
90´lı senelerde bu yeni sorunlar hayatın merkezine oturmaya başlamıştı. Çünkü artık çocuklar, ergenlik çağındaydı. Kültür ve nesil çatışmaları, ergenlik problemleri, kimlik arayışları henüz Almanya´ya alış(a)mamış toplumu yoruyordu.
21. Yüzyıla gelindiğinde ise, artık yavaş yavaş STK´larda almanca bilen, Almanya´da doğup büyüyen, buranın kültürünü iyi bilen elemanlar görünmeye başladı. Bu elbette heryerde kolay bir şekilde gelişmedi. Bazı STK´lar kültür çatışmalarını bizzat yaşadılar ve topu yeni nesil´e vermekte zorlandılar. Yeni nesil ise bazen tecrübesizliğinden dolayı büyük çabalarla kurulan derneklerin kıymetini bilemedi.
Derneklerin ve STK´ların bugünkü geldiği noktada ise, yeni bir tıkanma hissediliyor sanki. STK´lar güncel siyasi krizlerden etkilenmemesi, reaksiyon yerine aksiyon ile hareket etmesi ve kendi gündemini geliştirip takip etmesi gerekiyor. Fakat bunları yapabilmek için, yani sorunları çözebilmek için, başta zihinsel olarak bir değişim yapmak gerekiyor, bakış açısı değişmesi gerekiyor. Şuan büyük STK´larımız sanki bir kimlik krizi yaşıyor.
Kimlik krizinin görünen bariz delili ise derneklerimize hem resmi makamlar hemde kendileri tarafından verilen tarif. STK´larımıza almanca “Migrantenverein“, “Migrantenorganisation“, yani göçmen derneği, semantiğiyle hitap edilirken, aslında derneklerimizin kimlikleri 60´lı, 70´lı senelerde dar bir alana geri götürülüyor.
Halbuki göçmen derneği tabiriyle STK´larımız dar bir zihne hapsediliyor. Bu nedenle göçmen derneği olma algısını hem resmi makamların hemde ilk başta kendi kafalarımızdan silmemiz gerekiyor. Yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler derneklerimizin ve STK´ların da geliştiğini gösteriyor. Sadece insanlar gelişmiyor, toplum da bir gelişme sürecinden geçiyor. Artık nasıl 4. nesil´e “göçmen“ denilmesini yadırgıyorsak, dernek ve STK´larımıza da “göçmen dernekleri“ tarifini en azından uygun bulmamamız gerekiyor.
Nitekim derneklerimiz sadece göçmenlere yönelik hizmet yapmıyorlar, sadece göç ile ilgili projeler de yapmıyorlar ve yönetimlerinde göçmenler değil, Almanya´lı olmus insanlar yer alıyor. Bu değişim kendi kültürünü, dilini, dinini veya kimliğini inkar manasına gelmiyor. Aksine, yaşadığı topraklarda kendi kültürünü muhafaza ederek uyum sağlama imkanı sunuyor. Derneklerimiz de ileride başarılı ve kalıcı olmak istiyorlarsa bu yolu izlemeleri elzemdir. Tıkanmışlıktan çıkabilmenin yolu da bu olsa gerek. Sancılı bir değişim. Daha doğrusu bir paragdigma değişimi.