Türkiye ve Almanya arasındaki gerilim, karşılıklı restleşmeler, tehditler, suçlamalarla tüm hızıyla nerede sona ereceği bilinmez şekilde yükselerek sürüyor. Bazı politik çevreler bu zıtlaşmaların kendi hanelerine kazanç olarak yansıyacağını düşünseler de millete bir faydasının olmayacağı baştan beri biliniyor.
Kavgayı bu duruma getiren sebeplere göz attığımızda krizin milletten kaynaklanmadığını, temelinde iki tarafın politikacı ve idarecilerinin sorumsuz, yetersiz ve muhteris tutumlarının yattığını görmekteyiz. Problemleri, eğer toplumlar arasında bir takım problemler çıkarsa bunu halletmekle yükümlü devlet organları çıkarmakta ve tırmandırmaktadır. Bu tutumu tarihin affetmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Belki binlerce kez söylendiği gibi Türkiye ve Almanya birbirlerine mahkûm iki ülkedir. Türkiye için Avrupa’da Almanya’ya alternatif başka bir ülke bulunmadığı gibi, Almanya için de Türkiye aynı önem ve değerdedir. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel alanda en yoğun ilişki içerisinde olduğu ülke Almanya’dır. Hele hele Türkiye’deki Alman yatırımlarının yoğunluğu ve 3,5 milyondan fazla insanımızın Almanya’da yaşadığını düşünürsek karşılıklı bağımlılığın aslında ne kadar açık olduğunu daha iyi kavrarız.
Hal böyle iken gelişmelere üçüncü göz olarak baktığımızda, objektif ölçüler içerisinde akıl, mantık ve devlet sorumluluğu ile bağdaşmayan davranışların önümüze çıkardığı bir cedelleşmeyle karşı karşıya kalıyoruz.
Alman tarafı başta bölücü terör örgütü olmak üzere Türkiye ile savaş halindeki örgütlere kol kanat gererken, Türk siyasetçi ve idarecilere sınırlamalar getirme çabasına girişiyor. Türkiye’de yapılacak referandumda taraf oluyor, medya organları ve bazı kendini bilmez politikacılar üzerinden evet/hayır kampanyalarına müdahale etmek istiyor. Bunlara ilaveten Türkiye’nin Almanya topraklarında casusluk faaliyeti yaptığını, görevli imamların ve başka devlet memurlarının, bazı vatandaşların bu işte rol aldığını iddia ediyor. Türkiye’nin hızla diktatörlüğe gittiğini ileri sürüyor ve Cumhurbaşkanı Steinmeier’in ağzından ‘Türkiye’nin tüm birikimlerinin Erdoğan eliyle yok edildiği’ suçlamalarında bulunuyor. En büyük tepki ise başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türk yetkililerce yapılan ‘nazi, faşist’ ithamlarına gösteriliyor, bunun Alman halkına iftira olduğu vurgulanıyordu.
Politikacıların karşılıklı salvoları sürerken Almanya’da 60 senedir görülmediği şekilde bir Türk karşıtı hava oluşmaktadır. Türkiye’nin en yetkili ağızlarınca doğrudan halka yapıldığı algısı veren ‘nazi, faşist’ suçlamalarının nasıl bir tepkiye yol açacağının hesaplanmadığı görülüyor. Okuldaki çocuklarımız, fabrikadaki işçilerimiz, mahalledeki esnafımız ve yaygın bir alanda Almanya ekonomisine katkı sağlayan iş adamlarımız gözle görülür şekilde bu gelişmelerden olumsuz şekilde etkilenmektedir. Buna ilaveten iki ülke arasındaki ticaret gerilemekte, akıl almaz şekilde Almanya müttefiki Türkiye’ye silah satışına sınırlamalar getirmekte, en önemli sektörlerimizden birisi olan turizmdeki çöküntü büyümektedir. Suriye ve Irak’taki mücadelede Almanya terör örgütlerinin yanında yer almakta, onlara logistik, eğitim ve mühimmat desteği vermektedir. Bu genel değerlendirmeler ışığında, gidişatın Türkiye’nin ve Türklerin lehine olmadığı açıktır. Konuyu karşılıklı hamasete indirgeyerek bağırıp-çağırma, protesto, hakaret, küfür, itham gibi usullerle hal yoluna koyamayacağımız da bilinmektedir. Peki, açıkça Türkiye’nin lehine olmayan bu gidişat Almanya’nın lehine midir? Bu sorunun cevabı da hayır’dır. Almanya, dünya üzerindeki tek samimi dost ve müttefikini küçük hesaplarla kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunun tarihi, siyasi, askeri ve ekonomik anlamda Almanya’ya kazandıracağı hiçbir şey yoktur. O halde iki ülkeyi iki tarafın da kazançlı çıkmayacağı bir savaşa iten nedir?
Bu gelişmelerin sorumluları her iki ülkenin sorumsuz ve kabiliyetsiz idarecileridir. Halk, memleketi en iyi şekilde yönetsinler, sıkıntıları bitirsinler diye işbaşına getirdiği siyasetçilerin ürettiği problemlerin sıkıntısı altında ezilmektedir. Bu şekilde sürdüğü taktirde kazananın ne Türkiye ne de Almanya olmayacağı açıktır. Her iki ülkeyi yönetenler, bunun tarihi sorumluluğu altında bulunduklarını bilmek zorundadırlar.