Türküler ile tabiatın iç içeliği hep dikkat çeker. Yaşantılarla irtibatı olan dağlar ve yaşananlar türkü nağmesinde yerini bulur. Dağlar hep yol önündedir ve hep göz önündedir. Yüksekliği ve yol kesmesi, hayatı yokuşa koşan bir zorluk olarak algılanır. Sanki Ferhat’tan beri dağların aşılmadığı durumda, delinip geçilmesi bilinç altı bir olguya dönüşmüştür. Dağlar seni delik delik delerim Kalbur alır toprağını elerim diye başlayan türkü kızgınlıkla karışık bir dertlenmenin türküsüdür. Ve artık dağlanan yürekler dağlar iledir. Gönlündeki sevdanın aydınlığını ifade etmek isteyen sevgili, dağların zirvesinde gördüğü, gördüğünü varsaydığı ışıkla sözlerini birleştirir: Yüce dağ başında yanar bir ışık Düşmüşem derdine olmuşum aşık.. Ak buğday benizli, zülfü dolaşık. (…) Ferahlamak için dağlara koşulurken, Sevda, dağları ve bağları aynı noktada birleştirir. Erzurumlu Emrah’ın mısralarından yankılanır bu türkü: Tutam yâr elinden tutam Çıkam dağlara dağlara.. Bir yaralı bülbül olam, İnem bağlara bağlara… (….) Dağ deyince akla engel gelir, bağlayıcılık gelir: Demedim mi gönül fazla yorulma Birgün yollarını harami bağlar.. diye REYHANÎ’nin dilinde başlayan deyiş, Âşık Kerem’in gönlünün, dolayısıyla yolunun dağlarca bağlandığını anlatır. Aslı göçüyle-kervanıyla yel gibi geçmektedir, Kerem nerede sorsa, Aslı bir müddet önce oradan geçmiştir. Kerem’in hızlanmasını engelleyen dağlar, Aslı’ya kolay yol vermektedir. Yahut, Kerem’in ayrılığa tahammül edemeyen gönlü dağlardan işkillenmektedir: Oku sayfasını geçen çağların Yaprağı dökülmüş nice bağların Adeti böyledir yüksek dağların Aslı’ya yol verir Kerem’i bağlar.. (…) Keremi yandırıp kül eden sevda, ‘Ferhat’a dağları yol etmedi mi’ diye Çobanoğlu’nun dilinde bir başka sitem deyişi olmaktadır Bu durumu Karacaoğlan’dan bir kuşak sonra yaşayan Âşık Gevherî de 1600’lü yıllarda terennüm etmiştir. Dağların güvenli oluşunu mısralarına dökmüştür. Gevherî’nin bu şiiri bugün Halk Müziği repartuarında bir türküdür artık: Başına bir hal gelirse Dağlara gel, bağlara gel. Seni saklar vermez ele Dağlara gel, bağlara gel. Belki de dağlar mertçe ve yiğitçe kozların bölündüğü mekândır. Hilenin, tuzağın ve kalleşliğin uzağında olmak gibi bir temizliği bağrında taşımaktadır. Onun için Köroğlu, Bolu Beyine dağlardan seslenmekte ve dağlara çağırmaktadır: Benden selâm olsun Bolu Beyine Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır.. Ok gıcırtısından, kalkan sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir.. (…..) Dağ başını günün ilk saatlerinde duman alır. Güneşin ufuktan doğma zamanı, aynı anda yürümenin hedefe doğru yola koyulmanın da zamanıdır. Küçük yaşlarda ilkokulda öğrendiğimiz bir marşta bu duygu ve telkinler gizlidir: Dağ başını duman almış Gümüşdere durmaz akar Güneş ufuktan şimdi doğar Yürüyelim arkadaşlar!.. Dağlar er meydanı olarak nice olayların müşahididir. Ve yüzyıllardır zamana direnip duran dağlar, nice ele avuca gelmez yiğitlerin macerasına da ortak olur: Kalktı göç eyledi Avşar elleri Ağır ağır giden iller bizimdir.. Arap atlar yakın eder ırağı Yüce dağdan aşan yollar bizimdir. dendiği zaman hemen Dadaloğlu hatıra gelir.. Konar-göçer Avşarların hayatından bir kesit olayı içinde taşıyan bu bozlak, bir tartışmayı da içinde taşır: Belimizde kılıcımız kirmani Taşı deler mızrağımın termeni Devlet hakkımızda etmiş fermanı Ferman padişahın dağlar bizimdir.. Bu sesi, dağların kendi atmosferi içinde yiğitçe bir tavır olarak kabul edebiliriz. Değilse, devlet içinde devlet, yahut kanun içinde kanun olması şeklinde yorumlamak gerekmez. Şiir aynı edayla biter. Ve Muharrem Ertaş’ın kendine özgü yorumuyla bir bozlak olarak türkülerimize karışır: Dadaloğlu, Avşar oymağı içinde, Güney Anadolu’da Zamantı çayı ve Ceyhan nehri kıyılarında, Çukurova bölgesinde dağlarla kaynaşırken Ege dağlarından da efelerin sesi gelir. Sarı Zeybek Ege dağlarına yaslanır da, ıslanır da, bir türlü uslanmaz: Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır Yağmur yağar silahları ıslanır Deli gönül bir olur uslanır Yazık olsun telli doru şanına Eğil bir bak mor cepkenin kanına Şu dağları kara duman bürüdü Üç yüz atlı beş yüz yayan yürüdü Sarı Zeybek bu dünyada bir idi Yazık olsun telli doru şanına Eğil bir bak mor cepkenin kanına.