İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da marjinal bir hayat yaşamanın yanında dışlanan aşırı sağ, yabancı düşmanı ve Müslüman karşıtı partiler artık belirgin bir şekilde merkeze doğru ilerlemektedir. Geçmiş yıllarda olağanüstü bir durum olarak değerlendirilen aşırı sağ partilerin başarıları artık günümüzde ‘normal’ olarak algılanmaktadır. Bu partiler elitist olarak tanımladıkları merkez ve sözde sistem partilerine karşı, kendilerini ‘sokaktaki insanın temsilcisi’, ‘halkın gerçek sesi’ olarak pazarlamakta ve bununla da kısmen başarı elde edebilmektedir. Eski parti sistemini değiştirmeyi vaat etmekte olan ırkçı popülist partiler, yeni bir siyaset anlayışı ve yeni bir düzen oluşturacaklarını iddia etmektedir. Bunun maalesef bütün siyasi oluşumlara, göçmen kökenli insanlara ve Müslümanlara etkisi büyüktür. İktidarların aşırı sağa bağımlılık ve muhtaçlığı artıyor „Ana akım” diye tabir edilen Avrupa’da ki muhafazakar, merkez sağ, merkez sol, Hristiyan demokrat, sosyal demokrat, liberal merkez partilerinin yanı sıra artık aşırı sol ve çevreci partiler de oy kaybı korkusuyla, İslam düşmanları ile aşırı sağın baskı ve etkisinde kalabilmektedir. Bu partiler gün geçtikçe ırkçı ve Müslüman düşmanı söylemleri kendi politikalarına uyarlamaktadır. Hollanda’da, Belçika’da, Avusturya’da, Macaristan’da, Almanya’da, İsviçre’de, İtalya’da Fransa’da, Danimarka’da, Finlandiya’da, Norveç’de ve İngiltere’de partileşen ve birçok ülkede yerel, bölgesel, federal meclislere ve Avrupa Birliği Parlamentosuna girmeyi başarmış olan bu partiler birçok ülke ve bölgede ya direk iktidara ortak olmuşlar veya dıştan destek sağlayarak, güvenoyu sunarak hükümetlerin iktidarda durabilme güvencesi haline gelmişlerdir. CDU ve CSU İslam politikalarını sertleştirdi Kasım ayının ilk haftasında yapılan Federal Almanya’nın iktidar ortağı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) kurultayında İslam karşıtlığı partinin programına bile girmeyi başarmıştır. Söylemleri ile aşırı sağ partileri aratmayan CSU, siyasi İslam’ın son yıllarda dünyada şiddet ve yıkımın kaynağı olduğunu ileri sürmüştür. Avrupa’nın mülteci akını nedeniyle „İslamcı terörün” hedefi olduğunu belirten CSU, siyasi İslam’ın dünyada Hıristiyanlara karşı baskı ve şiddetin de kaynağı olduğunu savunmuş, „Kilise kulesi boyunda minarelerin yükseldiği ve ezanların okunduğu bir dönemde kültürel kimlikten ödün” verilemeyeceğinin altını çizmiştir. CSU ayrıca ülkedeki imamların ve İslami kuruluşların sıkı denetlenmesini talep etmiştir. CSU yayımladığı bildirgede şu talep ve ifadelere yer vermiştir: „İmamlar denetlenmeli. Camilerde vaaz verenlerin hangi ideolojiye sahip olduğu bilinmeli. İslami kuruluşlarda sunulan eğitim ve kursların içeriği denetlenmeli. Burka ve çarşaf, yasaklanması mümkün olan yerlerde yasaklanmalı. Bir İslam Yasası çıkarılmalı. Bu yasayla İslami kuruluşlar üzerinde yabancı ülkelerin etkisi azaltılabilir. Müslüman kadınlar için ayrı yüzme günü ayrılmamalı, Müslüman kız öğrenciler yüzme derslerine katılmalı. İlkokullarda kız öğrencilerin başörtüsü bağlamaları doğru değil.” Aynı şekilde Bavyeralı CSU’nun kardeş partisi olan Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Partisi de Aralık başlarında yaptığı parti kongresinde, İslam siyasetinde anti-liberal bir yöne kayarak çarşaf yasağını mümkün olduğunca her yerde uygulanmasını kararlaştırmıştır. Aynı kongrede çokkültürlü toplum modelini reddeden CDU, öncü kültür (‘Leitkultur’) kavramını da tanımlayarak sonuç bildirgesine dahil etmiştir. İslam ile ilgili bölümde bildirgeden oy birliği ile çıkarılan önemli bir terim de maalesef „hüsnü kabul” kavramı olmuştur. Bu da CDU’nun hangi yöne doğru saptığının açıkça ifadesidir. Özellikle Türk gençlerini ilgilendiren çifte vatandaşlığın kaldırılmasına yönelik bir karar çıkaran CDU’lu kongre üyeleri Türklerin anavatanları ile bağlarını tehdit olarak algıladıkları çok talihsiz bir zihniyetin dışa vurumudur. Partiler AfD’leşiyor mu? Almanya’da İslamofobi’yi ilk olarak Mayıs 2016’da parti programına alan aşırı sağcı ve İslam düşmanı Almanya için Alternatif (AfD) Partisidir. Programda, İslam’ın yayılması ve Müslümanların sayılarının artması ile varlığının, ülke için bir sınama olarak görüldüğü belirtilerek, „İslam Almanya’ya ait değildir” ifadesine yer verilmektedir. Ülkedeki camilerin yapımı ve faaliyetlerinin Almanya dışından finanse edilmesinin de reddedildiği parti programında, imamların Alman dilinde Almanya’da yetiştirilmesi ve eğitilmesi istenmektedir. Kamu görevi yapan kadınların ve okula giden kız öğrencilerin başörtüsü takmalarına karşı çıkılan programda, Almanya’da camilere minareler inşa edilmesi ve ezanın dışarıdan hoparlörle okunması da reddedilmektedir. Görüldüğü üzere CDU ve CSU, AfD’yi taklit etmekte gecikmemişlerdir. Aynı şekilde sol ve çevreci kesimlerden de İslami kurumlara karşı sert eleştiriler ve bu teşkilatları yıpratmaya yönelik adımlar dikkatlerden kaçmamaktadır. Böylece İslam düşmanı söylemler artık sadece aşırı sağ partilerin değil, iktidar partilerinin yanı sıra diğer partilerin de yoldan sapmalarına ve pusulalarını şaşırmalarına neden olmuştur.