1993 yılına kadar 29 Mayıs birçok kişi gibi benim için de İstanbul’un Fetih günü idi. Fakat Solingen’deki o korkunç geceden sonra hiçbir 29 Mayıs’ta eskiden yaşadığım coşkuyu bulamadım.
O zamanlar hem İntertürk gazetesini çıkarıyor hem de TRT’nin o zamanki dış yayını olan TRT-İNT ile birlikte çalışıyordum. Her ayın birkaç günü Türkiye’den gelen ekiplerle çekimler, röportajlar ve stüdyo programları yapmaktaydık. 28 Mayıs’taki çekimlerimizi yapmış ertesi günkü çalışmalarımızı da programlamıştık. Fakat sabah aldığım haber başıma kaynar suların dökülmesine yol açmıştı. Ekibi düşündüğümüzden daha erken alarak hemen Solingen’e hareket etmeliydik. Ancak idari bir problem vardı. TRT-İNT ekibi Haber Merkezi’ne bağlı olmadığı için gitmeleri mümkün değildi. Ankara ile telefon irtibatları kuruldu, ancak Ankara olayın vehametinin pek farkında değildi. Her gün terör nedeniyle ölüm haberleri vermeye alışmış olanlar için, Almanya’da öldürülen beş kişi adeta vaka-ı adiyedendi. Türkiye’den gelen arkadaşların bir anlamda elleri kolları bağlıydı. Ben, biraz ev sahibi olmanın avantajını da kullanarak, ekibi adeta zorla alıp Solingen’e doğru yola çıktım.
Solingen Köln’e yarım saat mesafede, bıçaklarıyla ünlü ve Nazi geçmişi ile bilinen bir kenttir. Solingen’e girerken ortalık ana baba günü olmaya başlamıştı. Türkiye’den gelen arkadaşlar olayın ciddiyetini Japon televizyonundan Kanada televizyonuna kadar bir sürü televizyonun canlı yayın araçlarıyla kente dolduklarını görünce daha net anlayabildiler. Protestocu Türkler ve bilhassa otonom grupların sayısı hızla çoğalırken polis tedbir almakta güçlük çekiyor, başta DİTİB olmak üzere Türk kurumlarla birlikte kitlenin mümkün olduğunca sakin kalmasına çalışıyordu. DİTİB görevlilerin yapabildikleri de sık sık kitlenin oturmasını sağlamak için dua ettirmek oluyordu. Alman otonom grupları fırsatı değerlendirerek hadise çıkarmaya gayret ederken, Türklerin tüm infiallerine rağmen onlara fazla uymadıkları görülmekteydi.
Binadan hala dumanlar çıkmaktaydı. Polis çevreyi güvenlik altına almak istiyor fakat yetersiz kalıyordu. Medyayı yönlendirmek, bilgilendirmek için de bir planının programının bulunmadığı görülmekteydi. Değişik şehirlerden Türk gazeteci arkadaşlar da gelmeye başlamışlardı. O dönemde TRT-İNT dışındaki televizyonlar henüz kurumsallaşmamıştı. Biz ekip olarak TRT olmanın avantajını kullanarak hem olay mahallinde hem yaralıların yattığı hastanede çekimler yapmış, bu arada hastanede Federal İçişleri Bakanı ve bazı eyalet yetkilileriyle röportajlar gerçekleştirmiştik.
GENÇ AİLESİNİN KOMŞULARI ORTALIKTA YOKLARDI
Genç ailesinin halini ve hastanedeki yaralıların durumunu görmek hepimizi büyük bir üzüntüye sokmuştu. Bir yandan görevimizi yapmak zorundaydık ama diğer taraftan bizi de ruhen etkileyen feci bir hadiseyle karşı karşıyaydık. Böyle zamanlarda vicdanınız sizi kolay kurtulamayacağınız bir açmaza sürükler. Soğukkanlılığınızı ne kadar kaybetmemeye gayret etseniz de insanlığınız ve masumların acısı ağır basar. O gün dikkatimi çeken önemli hususlardan birisi Genç ailesinin komşularının hemen hiç ortalıkta görülmeyişi idi; onu kitlelerden gelebilecek tepkilere ve korkuya bağlamıştık. Ama bu ilgisizlik Genç ailesiyle yıllarca komşuluk yapan Almanlarca sonraki yıllarda da sürdürüldü. Alman medyası daha önce Mölln katliamındaki tavrını sürdürüyor, hadisenin arkasında başka sebepler aramakla, manipülasyonla meşguldü. Solingen’de bazı mahalli yöneticiler samimi olarak bu katliamın kendileri için utanç verici olduğunu inanarak söylediler. Ancak bunların sayısı çok azdı. Solingenliler, -bunu üzülerek yazıyorum- büyük ölçüde mağdurların değil katillerin yanında durdular. Tüm Solingen, toplumlararası barış için bir Mevlide Ana’nın (Genç) gösterdiği gayreti gösteremediler. Kentin imajı dışında kaygıları ne yazık ki olmadı.
Katliamın ilk yıldönümünde belli etkinlikler düzenlenmişti. Bunlardan birisi de saat 10:00’da sirenlerin ve kilise çanlarının çalınması, vatandaşların da bir dakikalık saygı duruşu yapmalarıydı. Önceden yerel yönetim tarafından yeteri kadar duyuru yapılmıştı. Biz ekip olarak çekim yapmak için kentin en kalabalık yerlerinden otobüs duraklarının bulunduğu yere gitmiş, ilan edildiği gibi çanların çalındığında saygı duruşu yapan insanları çekmeyi planlamıştık; fakat o kalabalık içerisinde saygı duruşu yapan tek bir kişi bulamadık. Sorduğumuz kişiler, sorularımızı sözbirliği etmişçesine derin bir sessizlikle geçiştirdiler. Bu, beni daha da yaralamıştı. O an, olayın unutulmaması ve unutturulmaması için çaba gösterilmesi gerektiğine ve en azından benim unutmamam gerektiğine karar verdim. Katliam sabahı birçok kişi gibi benim de çekmiş olduğum yanmış evin bir fotoğrafı vardı, onu hep cebimde taşıyacaktım. Ve bu kararımı aksatmaksızın uyguladım. Alman tarafının unutturma yolundaki gayretlerini ve Türk tarafının her milli konuda olduğu gibi kayıtsızlığı yıllar geçtikçe ne yazık ki bu yoldaki endişelerin haklılığını gösterdi. Büyük ölçüde mahkemeleri de takip etmiştim; orada yaşananlar karamsarlığımı daha da arttırmıştı.
Günümüzde 27 Mayıs Solingen Katliamı’nı çok az kişi anıyor. Ucuz cezalarla kurtulan katiller gizli yeni kimlikleriyle aramızda dolaşmaktalar. Türk Toplumu olarak Solingen’den ders alamayışımızı daha sonra gelen başka katliamlara, NSU cinayetlerine, Hanau saldırılarına maruz kalarak ödedik. Bu tutum devam ettiği müddetçe daha çok kayıplar vereceğimizi aslında herkes biliyor. Çünkü artık istatistik değer haline gelen saldırılar sürekli artıyor. 1993’te bir avuç olduğu söylenen aşırı sağcı Türk düşmanlarının bugün Bundestag’da yüze yakın milletvekili var. Kaldı ki hemen bütün partilere sinmiş bir Türk düşmanlığı Almanya’yı karanlık bir geleceğe sürüklüyor.Bu gibi hadiseleri hatırlamak hüzün veriyor, ancak unutmak daha büyük acıların davetçisidir.