90‘lı senelerin öğrencileri hatırlar. Alman okulunda yabancıydınız, Türkiye´de ise alamancı. Ne oraya, ne buraya aittiniz. Ne onlar sizi anlıyordu, ne bunlar. İki dil, iki kültür arasında sıkışıp kalmış bir nesil yetişiyordu. Sosyolog Georg Simmel´e göre “Misafir“ ve “Yabancının“ farkı şöyle: „Misafir bugün gelir, yarın gider. Yabancı bugün gelir, yarın kalır.” 1950´lerin sonunda Türkiye´den ilk işciler Almanya´ya geldiklerinde “misafir” olarak geldiklerini zannediyorlardı. 3-4 sene Almanya´da çalışıp “traktör parası” kazanıp, vatanlarına geri döneceklerini hayal ediyorlardı. Ama Almanya´nın cazibesi “misafirleri” yabancı, yani gurbetçi yaptı. Yaşadıkları ülkede erimemek için ve kendi kültür ve geleneklerini yaşatabilmek için, ilk camiler ve kültür dernekleri kurulmaya başladı. Almanya´da İslam dini yasal olarak resmi bir din olmadığı için, camileri dernek olarak kurdular. 50 senelik bu gurbetçi tarihinde, vatandaşlarımız çeşitli sorun ve sıkıntılar yaşadılar. Kendi başlarına kalan gurbetçilerimiz, kendi sosyolojilerini, kendi anlayış ve değerlerini ürettiler. Asimile olmamak için çaba verdiler. Din, örf, dil ve adetlerini muhafaza edebilmek için gayret gösterdiler. Aynı zamanda yaşadıkları ülkeye ayak uydurabilmek için, uyum sağlamaya ve entegre olmaya çalıştılar. Artık Avrupa´da dördünce nesil türkler yaşıyor. Artık müslümanlar sadece göçmenlerden değil, bizzat Avrupalı´ların kendilerinden oluşuyor. Doğma büyüme almanlar, fransızlar veya ingilizler müslüman oluyorlar. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin yapıları da değişiyor. Göçmen veya gurbetçi olarak gördükleri insanlar artık kendi ülkelerinin insanları. Müslümanlar da Asya veya Afrika kıtasından değil, kendi kıtalarının insanlarından oluşuyor. Bu insanların sayısı çoğaldıkça ve Avrupa toplumunun kendi insanlarının sayısı azaldıkça toplumsal sancılar yaşanıyor. Şuan doğum sancıları yaşanıyor. Göçmenliğin bittiğini sinyal veren sancılar bunlar. Yani gün geldi, artık muhacirlik, göçmenlik bitti. Artık ensarlık zamanı başladı. Yurt dışında yaşayan müslümanlar ve türkler – kendi kültürlerini muhafaza ederek – artık oraların insanları oldular. Bu nedenle kendi lobilerini, entellektüellerini, vakıflarını kuracaklar. Kendi siyasetlerini yapacaklar. Yatırımları Avrupa´ya yapacaklar. Bu bağlamda uyum tartışmaları da yersiz olacaktır, çünkü uyum sağlamasını istedikleri insanlar, zaten Avrupa´nın kendi insanları haline gelmiş olacaktır. Ve İslam dininin kimliği de Avrupalı´ların gözünde mecburen değişecek. Artık “dışarıdan” ithal edilen bir din değil, kendi insanlarının dini olarak kabul edecekler. Bu süreç hiç şüphesiz uzun ve meşakkatli bir süreç olacak. Fakat her doğumun arkasından gelen huzur bu sürecin sonunda da gelecektir.