Almanya’da hukukun üstünlüğü sınıfta mı kaldı?

Katliamlar “Dönerci Cinayeti” diye adlandırıldı ve Türkler suçlandı. Baş zanlıların ölü bulundukları olay yeri ve deliller imha edildi. Sayıları 40’dan fazla olan istihbaratçının NSU çetesi ile irtibatı ortaya çıktı. Sonra tanıkların bir kısmı çok esrarengiz şekillerde yaşamlarını yitirdi. Olayları araştıran uzmanlar ve teknik ekiplerden ortadan kaybolan ve ölenler oldu. Raporlar ve dosyalar kayboldu.

Yasin-Baş

NSU olayları ile ilgili sorular geliştirmek ve kaygıları dile getirmek için komplo teorisyeni olmak gerekmiyor. “NSU-Yapılanması” beş yılı aşkın 400’den fazla duruşma sonunda maskaralığa dönüşerek son buldu. Daha önce, NSU zanlısı Beate Zschäpe’nin “Kapsamlı İtiraf” sözü de maalesef sabun köpüğü gibi patladı. Zschäpe mahkeme önünce bütün suçu 4 Kasım 2011’de Eisenach kentinde esrarengiz şekilde intahar ettikleri söylenen NSU zanlıları Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un üzerine yıktı.

“120 yıl gizlilik” neyi gizlemek için?

Bununla birlikte en az bir cinayette iç istihbarat kurumu olan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın bir çalışanının – ne tesadüftür ki – olay yerinde bulunduğu ve hiçbir şeyden haberinin olmadığı da söylendi. NSU’nun bilindiği kadarıyla son kurbanlarından Halit Yozgat’ın Hessen’de katledildiği sırada olay yerinde bulunan Alman ajan Andreas Temme’nin ilişkileri ve cinayetle muhtemel bağlantısı hala gizli tutuluyor. Yaptıklarından emin olan bir hukuk devleti dosyalara 120 yıllık gizlilik kararı getirir mi? Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın hazırlanan NSU raporuna “2134 yılına kadar gizlidir” ibaresi sarsılmış olan güvenin tamamıyla dibe vurmasına vesile oldu.

Skandallar zinciri

Ayrıca mahkemeye çıkarılan birçok tanık unutkanlıktan şikayet ederek, mahkemede sorulan sorulara konuları hatırlamada sorun yaşadıkları gerekçesiyle cevap veremedi. NSU davasında aslında baştan beri pis kokular gelmeye başlamıştı. Ancak her geçen gün dava daha da kokmaya başladı. İlk başta davayı takip etmek isteyen Türk haberci ve muhabirlerin girişi engellenmek istendi. Katliamlar “Dönerci Cinayeti” diye adlandırıldı ve Türkler suçlandı. Baş zanlıların ölü bulundukları olay yeri ve deliller imha edildi. Sayıları 40’dan fazla olan istihbaratçının NSU çetesi ile irtibatı ortaya çıktı. Sonra tanıkların bir kısmı çok esrarengiz şekillerde yaşamlarını yitirdi. Olayları araştıran uzmanlar ve teknik ekiplerden ortadan kaybolan ve ölenler oldu. Raporlar ve dosyalar kayboldu. Ünlü Alman kalitesinde kurulmuş olan arşivler bile su baskınlarına dayanamayıp çok önemli dosyaların harap olmasına engel olamadı. Çeşitli eyaletlerde kurulan araştırma komisyonları üyelerinin birçoğu engellenmeler ve hatta sabotajlardan şikayetçi oldu. Almanya’da yaşayan birçok insan, özellikle de Almanya’daki Türk toplumu ile birlikte dava takipçileri ve kurban avukatları resmi ifadelere kuşku ile yaklaştıklarını ve güvenlerinin kaybolduğunu dile getirdi.

Esrarengiz ölümlerden bazıları

“Taz” Gazetesi’ne göre, “NSU-Yapılanması” hakkında muhtemel bilgilere sahip Sascha W. 8 Şubat 2016‘da ölü olarak bulundu. Sascha W. Melisa M.‘nin nişanlısıydı. Melisa M. ise 2015’de şüpheli bir şekilde 20 yaşında akciğer embolisinden ölmüştü. Daha da garip olan, Melisa’nın eski erkek arkadaşı Florian H. Eylül 2013’de sözde intihar etmişti. Hem Florian H. hem de Melisa M. Irkçı NSU terör örgütü tarafından Heilbronn‘da öldürülen polis memuru Michèle Kiesewetter‘in zanlı katili hakkında ifade vermeleri bekleniyordu. Ancak Florian H., Baden-Württemberg Eyalet Kriminal Dairesi’ne ifade vereceği gün arabasında yanmış bir şekilde bulunmuştu. Florian‘ın “Kara Sevda” nedeninden canına kıydığı söylenmişti. Bunun yanında NSU davası sürecinde başka önemli tanıklar tuhaf şekilde can verdiler. Ölenlerden birisi Thomas R. idi. Kod adı “Corelli” olan Thomas R., iç istihbarat teşkilatına muhbirlik yapıyordu ve Paderborn yakınlarında ki evinde ölü olarak bulundu. “Tanık koruma programında” bulunan ve isminin NSU üyelerinden Uwe Mundlos’un adres listesinde bulunan 39 yaşındaki bir muhbirin ölümü, ister istemez soru işaretlerinin oluşmasına sebep oluyordu. Thomas R.‘nin ölüm sebebine resmi olarak “Gizli Diyabet” denilmişti. 2009 da, yani “NSU-Sistemi” daha açığa çıkmadan önce, Arthur C.‘nin yanmış cesedi bulunmuştu. “Taz” Gazetesi’ne göre bu isim de Kieswetter cinayeti dosyalarında yer almaktaydı.

NSU’nun ana zanlıları olan Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın da resmi açıklamalara göre intihar ettikleri söyleniyor. Ancak, silah uzmanı Siegmund Mittag bir süre önce Mundlos ve Böhnhardt’ın ölümünde şüphelerin bulunduğunu dile getirmişti. Haftalık “Focus” Dergisi konu hakkında Mittag’ın ifadelerine yer veriyordu: “Mittag, Mundlos ve Böhnhardt’ın ölü bulundukları karavanın içinde yere saçılan mermi kovanlarına ve orada bulunan ve başka bir kişiye ait DNA izine dikkat çekti. Silah uzmanı bununla birlikte bazı tanıkların karavanda üçüncü bir kişinin bulunduğunu söylediklerini bildirdi. Mittag, bu nedenden dolayı polisin intihar tezini‚ imkansız‘ olarak değerlendirdi.” Yani balistik araştırmalar da başka bir şeye işaret ediyordu.

TAZ: “Almanya’da ‘Derin Devlet“

Bazı gazeteler önemli tanıkların bu ani ölümlerinden sonra şaşkınlıkla tepki gösterdiler. “Süddeutsche Zeitung” konuyu “siyasi bir olay” olarak yansıttı. “Berliner Zeitung” ise “Aydınlatma yerine sürekli yeni sorular” başlığı attı. En etkili başlığı ise yine “Taz” kullanıyordu: “Olağanüstü hal ülkesi – NSU cinayetlerinin aydınlatılmaması Federal Almanya’da ‘derin devletin‘ – parlamentodaki yardımcıları ile – nasıl çalıştığını gösteriyor”. Silah ile insanları katleden sözde ‘derin devletin’ mecliste ve başka yerlerdeki uzantıları mı devredeydi? Micha Brumlik ve Hajo Funke bu yazıda şöyle konuşuyorlardı: “Gerçekten uzun zamandır katliamcı ve ırkçı NSU olaylarının yavaş yavaş bir devlet krizine doğru ilerlediği izlenimi oluşmaktadır.”
Bugünkü karar NSU çetesini birkaç kişiye sınırlandırma gayretlerini gözler önüne serdi. Ancak bu çetenin çok daha büyük, geniş ve derinlerde olduğu da beş-altı yıldır yaşanan bütün olaylar ışığında tekrar değerlendirilmeli. Baş sanığa ömür boyu hapis, diğer dört sanıklardan Ralf Wohlleben’e 10 yıl, André Eminger 2.5 yıl, Holger Gerlach ve Carsten Schultze’ye de 3’er yıl hapis cezası verildi. NSU derin çetesi yani sadece bu beş “tiyatro oyuncusundan” mı ibaret? Gerçek sorumlular 120 yıl sonra mı belli olacak?
Hukuk devletine olan güven ve Merkel’in sözü
Eğer durum gerçekten Brumlik ve Funke’nin dediği düzeye gelmiş ise, o zaman özgürlükçü-demokratik temel düzenimiz için endişe duymamız ve kendimize şu soruyu yöneltmemiz gerekiyor: “Bizim temsilcilerimizin ve özgürlük, hukuk devleti ve demokrasi gibi bizler için en önemli kazanımların koruyucularının bir kısmı kusursuz ve özenli çalıştılar mı ve çalışyorlar mı?” Başka türlü sormak gerekirse: „Resmi mercilerin bir kısmı kendilerini bağımsız hale getirerek antidemokratik bir güç oldularsa bu büyük bir ayıp; Açığa çıktıktan sonra da herşeyin üzerini kapatmak istediyseler bu daha da büyük bir ayıp değilmidir?”

Thüringen Eyaleti NSU Araştırma Komisyonu: “Kasıtlı Sabotaj Şüphesi”

Thüringen Eyaleti NSU Araştırma Komisyonu, bu skandal için sadece “başarısızlık” kavramını değil, “kasıtlı sabotaj şüphesi” kavramını kullanmıştır. Böyle bir şeyin oluşması için, birçok ”çarkın” birbirine girmiş ve olağanüstü “tesadüfler” yaşanmış olması gerekmektedir. Bu yüzden kanaatimizce bazı resmi makamlar, özellikle güvenlik, siyaset ve adalet makamlarının bir kısmına yönelik kayıp olan güvenin tekrar geri kazanılması da şarttır. Bu gereklidir.

Uluslararası Mahkemeler davaya el atmalıdır

Aynı şekilde “NSU-Yapılanması” nın tamamıyla ve şartsız bir şekilde – Almanya’da bu dava bitmiş olsa da – uluslararası mahkemeler ve birleşmiş milletler araştırma komisyonları tarafından açığa kavuşturulmasının gerekliliği de şarttır.

Şansölye Merkel kurban yakınlarına verdiği sözü maalesef tutamamıştır

Federal Şansölye Angela Merkel NSU kurbanlarının yakınlarına NSU-çetesinin kayıtsız ve tamamıyla aydınlatılacağını bizzat kendisi söz vermişti. Sorumlular, yardımcılar ve yardımcıların yardımcılarının hesap vermeleri gerekiyordu. Ama bu olmadı. Derin devletin gücü mülteci sorunları ile iktidarını kaybetme aşamasına gelmiş Merkel’e de mi diz çöktürdü? Olayın üstünün örtülmesine ve gizlenmesine artık izin verilmemeli. Uluslararası adalet mercilerine başvurulmalı. Hukukun üstünlüğüne ve hukuk devletine inananların güvenleri sarsılmamalı. Bazı ülkelerin daimi ve ulusal çıkarları yoksa hukuk ve adaletten daha mı üstün?