Son çeyrek asırdır Almanya’da yabancılarla ilgili tartışmalar yapılırken en çok duyduğumuz kavramlardan birisi sadakattir. Ne zaman vatandaşlık, uyum, asimilasyon, ırkçı saldırılar gibi konular gündeme gelse, birileri tartışmaları hemen Almanya’da yaşayan yabancıların ülkeye ne derecede sadakatle bağlı olup olmadıkları noktasına getirir ve meseleyi ‘aslında haklısınız ama yabancılar acaba bütün nimetlerinden yararlandıkları bu güzelim ülkeye ne kadar bağlılar?’sorusu ile başka bir mecraya taşırlar.
Yabancıların her fırsatta karşısına çıkarılan ‘test’lerde en bariz şekilde test edilmek istenen hususların başında da bu sadakat konusu gelmektedir. Aslında gerek yurttaşlarından gerekse ülkesinde yaşamak isteyenlerden sadakat beklemek her devletin en tabii hakkıdır. Sadakat, sadece bir güvenlik meselesi değil, toplumdaki iç barış, huzur ve birlikteliğin de önemli şartlarından birisidir. Bu yönleriyle sadakatin hakiki manasıyla varlığı bütün taraflar için vazgeçilmezdir. Sadakatin bir aldatmaca, kandırmaca, karşılıklı oyalama mevzuu olmaması gerekir, bunun için başta gelen ilk şart tarafların samimiyetidir.
Samimiyet, uyum ve diğer konulardaki gibi karşılıklı olursa bir anlam ifade eder. Yoksa bir tarafın diğerine karşı kullandığı bir silahtan öte anlam ifade etmez.
60 yılı aşkın bir süredir Almanya’nın kalkınmasına katkı sunmuş kitleleri, geldiğimiz noktada hala şüpheli, kendilerinden korkulması, onlara karşı tedbir alınması gerekli insanlar kategorisinde görmek, büyük bir samimiyetsizlik, riyakarlık örneğidir. Geçtiğimiz günlerde açıklanan Alman Anayasayı Koruma Örgütü (AKÖ)’nün 2019 yılına ilişkin raporu, ülkedeki yabancılar konusunda Alman tarafının samimiyetsizliğini ve iyi niyetli olmadığını bir kez daha gösterdi.
Son yıllarda neredeyse her ırkçı, yabancı düşmanı eylemin içinde, yanında, arkasında emniyet mensuplarının bulunması duyarlı kesimlerde infiale yol açarken, ana görevi ülkenin huzur ve güvenliği için bunlarla mücadele olan Alman İçişleri Bakanı Horst Seehöfer, ısrarla polis içerisindeki aşırı sağ yapılanmalar hakkındaki araştırma ve çalışmalara karşı çıkmaktadır. Son olarak bir üniversitenin bu hususta yapmak istediği bir ilmi çalışmayı da sürüncemede bıraktığı basına yansıdı. İşte bu bakanın imzası ile yayınlanan 2019 Raporunda, Almanya’nın yabancıları nasıl gördüğüne dair zihniyeti birçok yönleri ile bir kez daha müşahede ettik.
Almanya’da aşırı sağ ve Neonazilerin ülkeyi yabancılar, Türkler, Müslümanlar, mülteciler ve belli dezavantajlı gruplar için yaşanmaz hale getirdikleri biliniyor. Aşırıların yüze yakın milletvekili ile Bundestag’a girdikleri, bazı eyaletlerde hükümeti belirleyecek konumda oldukları, bu gelişmelerin verdiği cesaretle yabancılara karşı her türlü baskı, tehdit, şantaj ve cinayetlere varan saldırıların pervasızca yapıldığı artık tüm dünyanın malumu. Ordu içinde örgütlenen aşırı sağcı gruplar gladiovari eylemler peşinde koşarken, emniyet ve istihbarat organlarındaki aynı zihniyet mensupları NSU (Neonazi Yeraltı Örgütü) ideolojisi doğrultusunda faaliyetlerini aralıksız devam ettiriyorlar. NSU davasının suçluları kollayan, bağlantılarını gizleyen tavrı cesaretlerine cesaret katıyor.
388 sayfalık 2019 Raporunda aşırı sağ faaliyetlere tam 63 sahife ayrılmış ve suç kapsamındaki eylemlerin 2018’de toplam 19 409 iken 2019’da 21 290’a yükseldiği belirtilmiş. Suçların çeşitliliği nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğumuzu bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
Tüm dünyadaki gibi Almanya’da da aşırı sol hareketlerin zayıfladığı biliniyor. Aşırı soldaki örgütlerin en önemli faaliyet alanlarının aşırı sağa karşı eylemler olduğu da malum. 2019 Raporunun, ülkedeki aşırı sol faaliyetlere ayırdığı sayfa sayısı 62. Suç kapsamındaki eylem sayısına bakıldığında 2018’de rakam 4 622 iken 2019’da 6 449 olmuş. Aşırı sağcıların eylemleri daha ziyade yabancılara karşı iken, aşırı solcuların eylemleri genellikle aşırı sağa karşı gerçekleşmiş. AKÖ gayet ince bir mantıkla, suç işleyenlere karşı çıkanları da suçlu kapsamına almış. Bu tutum, bazı çevrelerce ‘Almanya’da GLADİO tekrar faaliyete mi geçti?’ sorusunun sorulmasına yol açtı.
Rapor’da ‘İslamcı Terör’başlıklı bölüm 58 sahifelik yer kaplıyor ve burada Milli Görüş ve Türk Hizbullahı ve Furkan cemaati de yer alıyor. İslami Terör kapsamı dışındaki yabancı menşeli örgütler arasında en dikkat çekeni her zamanki gibi PKK. Türkiye’nin üzerinde çok durduğu FETÖ raporda yer almazken eskiden beri bilinen sol örgütler yanında Türk Sivil Kitle Örgütleri de yerlerini almışlar.
AKÖ’nün uzun yıllardır Milli Görüş’ü anayasal düzen için tehlikeli gördüğü biliniyor. Türk Federasyon da ‘Bozkurtlar’adı altında hedef gösterilen ve sürekli taciz edilen kuruluşlardan. Geçtiğimiz yıllarda Verfassungsschutz’un ilgi alanına Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)’in ve Ak Parti’nin Almanya merkezli örgütü UETD (Avrupa Türk Demokratlar Birliği)’nin de girdiği biliniyor ve kamuoyunda epeyce tartışılmıştı. AKÖ, bu yıl listeye Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB)’ni de almış. Böylece taciz ateşine maruz tutulmayan Türk derneği hemen hemen kalmıyor.
Siyasi yelpazedeki değişik yerlerine rağmen Almanya’da faaliyet gösteren Türklere ait derneklerin ve mensuplarının Almanya ile bir problemlerinin bulunmadığı; ayağa kalkmasına ve kalkınmasına katkıda bulundukları bu ülkeyi sevdikleri; şimdiye kadar sadakat konusunda şüpheye yol açacak herhangi bir faaliyetin içine girmedikleri aslında bilinmektedir. Diğer yandan söz konusu kuruluşların hemen tamamı Alman devletinin resmi kurumları ile birlikte çalışan, ortak faaliyetler yürüten derneklerdir. Hal böyle iken takınılan tutumu paranoya olarak değerlendirmeyecek isek baştan sona art niyet ve samimiyetsizlik diyebileceğimiz bir durum söz konusudur.
Bu samimiyetsizliği en bariz şekilde gösteren örneklerden birisi Milli Görüş’le ilgilidir. Türklerin Alman vatandaşlığına geçişleriyle ilgili kampanyaların yürütüldüğü yıllarda, ilgili kurumlar Milli Görüş’e de kampanyalar düzenlemesi yönünde telkinlerde bulunmuşlardı. Milli Görüş’ün başlattığı ‘Alman vatandaşlığı’ kampanyaları için bazı Alman kurumları önemli denecek katkılarda bulunmuştu. Ancak bir müddet sonra Alman kamuoyu ‘Milli Görüş’ün taraftarlarını Alman vatandaşı olmaya teşvik ettiği, bununla ilerde Almanya’yı ele geçirip şeriat devleti kurma hazırlığı yaptığı’yolundaki hezeyanlara şahitlik etti.
2000’li yılların başında Almanya, Türk gençlerinin askerlik hizmeti yapmaları, hatta profesyonel asker olmaları yolunda çalışmalar yaptı. Türkiye’deki 28 Şubat sürecinin oluşturduğu atmosferi de kullanarak ‘Alman ordusu Türkler için çok rahat, ibadet imkanları var, domuz eti yemeyenler için özel yemekler var’ vs türünden propaganda çalışmaları yapıldı, ordudaki personel açığının kapatılmasına çalışıldı. Zamanla sayısı tam bilinmemekle birlikte az denemeyecek sayıda Türk genci Alman ordusuna girdi. Bunlar daha ziyade Alman ordusunun İslam ülkelerindeki dış görevlerinde değerlendirildiler. AKÖ’nün son raporuna paralel şekilde aynı günlerde Alman ordusundaki Türk askerler gündeme getirildi. Bunların ‘Bozkurt’oldukları, güvenlik açısından tehlike arz ettikleri konuşulmaya başlandı. Bunların Almanya’ya değil Türkiye’ye bağlı oldukları söylendi.
İşin ilginç yanı bu tartışmaların bir anda, daha düne kadar gündemi meşgul eden ‘Alman ordusundaki aşırı sağcı yapılanmalar, bunların ırkçı eylemlerde aldığı roller, ordudaki kayıp silah ve cephaneler’gibi meselelerin henüz halledilmediği, eğer araştırmalardan bir sonuç alınmazsa bazı birliklerin kapanmasının dahi düşünüldüğünün açıklandığı bir dönemde, adeta gündemi değiştirerek esas suçluları koruma altına almak maksadıyla köpürtüldüğü açıkça anlaşılıyor.
Korona kâbusu sürerken yaşanan bu gerginlikler, ülkedeki yabancıların ‘sadakat’probleminden ziyade devlet sorumluluğunu taşıyanların ‘samimiyet’problemi olduğunu gösteriyor.