“Annem müthiş biriydi. Milyonlarca insanın yaşadığı şu dünyada iyi ki onun kızı olarak doğmuşum. İnsan kimin çocuğu olarak dünyaya geleceğine karar veremiyor. Tesadüf işte, ben de Sabahat ve Fehmi Erel’in kızı olarak bu dünyaya teşrif etmişim. Annem benim onu tanımaya başladığım yıllarda, günün şartlarına göre başına buyruk halleri, hataları, sevapları, acıları ve sonsuz gezgin ruhuyla hepimizden biriydi. Her zorluğa, her güçlüğe göğüs gerer, asla ‘pes ettim’ demezdi. Son günlerinde hayat ona türlü zorluklar sundu ama ona rağmen hep iyiyim merak etmeyin dedi. Yaşlı bir ağaç gibi hep dimdik a- yakta durdu. Ben ise her savrulduğumda gövdesine sarıldım, gölgesine sığındım, tazelendim, yeniden güçlendim. Hem anam hem sırdaşım, hep yıkılmaz kalem oldu. Son gördüğümde yüzü huzurluydu, hatta mutluydu. Ben onun saçlarını okşarken o sırada o ya Belçika’daki torununu kucaklıyor ya da Amerika’daki torununun mezuniyet törenine katılıyordu. Bu gezgin ruh benim de yıllar yılı yaşayacaklarımın ışığı oldu. Ben de hep gezmek istedim. Hiçbir yere kök salamadan, bağlanamadan 60 yılı geride bıraktım. Annem hep bana inandı. Hayallerimi küçükken bisikletimin selesinden ittiği gibi ittirdi, hız kazandırdı. Kendime olan güvenimi, her gün gümüş parlatır gibi övdü, parlattı. Her yaptığım şey için bir ‘aferin’ hep cepteydi. Hatta nerdeyse dünyanın sekizinci harikası olduğuma inanırdı! Kim olduğumu, ne işe yaradığımı unuttuğum günlerde bana feneriyle yol gösterdi. Işığım oldu. Ruhumu kanatlandırdı…. Elinde harita beni adım adım her yerde takip etti… O gittiğinden beri kendimi çok yalnız hissediyorum….
Güç, en kazandığın gün kaybettiğini bilebilmektir ve neden ben demeden tekrar başlamak…”
TAK SEPETİ KOLUNA, HERKES KENDİ YOLUNA
Bu satırları 29 Mayıs 2015’te sevgili anneannemin vefatı ardından kaleme almış annem. Yazmayı sevdiği malum, aile içinde bile hepimize ara sıra böyle anlamlı yazılar döktürüp ruhumuza dokunurdu. Hatta bazen sadece kendisi için yazardı. Bu yazı annem aramızdan ayrıldıktan sonra elime geçti. Tam altı yıl sonra aynı satırların altına onun için imzamı atarım diyebileceğim nitelikte. Yazıda dediği gibi tam bir gezgin ruhtu annem. Ne kanser ne de korona virüsü son yıllarında gezmesine engel olamadı. Hastalıkla mücadeleye başladığı İzmir’den Heidelberg’e, ordan Hallwang’a taşınıp durdu. Herkesin evden burnunu çıkarmaya çekindiği pandemi döneminde kimseye kulak asmadan saatlerce uçarak bizleri ziyarete Dubai’ye geldi. Hiçbir yere fazla bağlanamaz, hiçbir şehirde uzun sureli oturamazdı. Özgür ruhu bu fani dünyaya bile sığamadı…
Çok güçlü bir kadındı annem. Kimsenin duymaya cesareti olmayan “kanser” kelimesini, pür makyaj, güle oynaya karşılayarak doktorları bile şaşırttı.
Hayatı boyunca kitap yazma hayalleri vardı. Kesin çok satanlar listesine girerdi. Çalkantılı, maceralı, kimine göre zorlu kimine göre şanslı bir hayatı oldu. Kolejden mezun olur olmaz, lise aşkıyla on sekizinde evlenerek hızlı başlamıştı bu hayata. Acelesi varmış belli ki! Dünyada kendi- sine ayrılan vaktin dar olduğunu bilir gibi, hızlı yaşadı hep bu hayatı… Bir, bilemedin iki yıllık bir evlilik ya da çocukça bir “evcilik” dikiş tutturamayınca yolları ayırmış ilk eşiyle. Birlikte Kanada’da kurdukları hayatı bırakıp tekrar memlekete dönmüş. Batının en hızlı evlenen kadını ünvanını kazanacakmış gibi bir seneden daha kısa bir süre içinde ikinci evliliğin içinde bulmuş kendini. Bu sefer bir çocukla taçlanmış bu evlilik. Ben doğmuşum. Ama evdeki hesap yine çarşıya uymamış. Babam ve annem yolları ayırmışlar ben iki yaşındayken. Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna…. Artık kucağında çocukla bekar bir anne olarak “baba ocağına” sığınıp ‘kendini iş hayatına verme zamanı’ demiş. Ben kendimi bildim bileli çalıştı hep annem. Emekli olduktan sonra bile üretmeye devam etti. Ahşap boyama, makyaj artistliği, emlakçılık, yazarlık… Hiç boş durmazdı. 50’sinden sonra bir yandan torun baktı, bir yandan yeni taşındığı Almanya’da yeni bir dil öğrendi. Yoğun Almanca kurslarına katılıp yıllardır orada yaşayan gurbetçilere dil öğrenme konusunda taş çıkarttı. Söylemeye gerek var mı? 50lere bir evlilik daha sıkıştırdı tabii ki. Bu sefer hayatının aşkını bulmuştu. Hem kendine iyi bir eş, hem de torunlarına harika bir ‘dede’ armağan etti.
Müthiş bir anneanne oldu. Ama klasik tonton anneannelerden olmadı hiç… Kızlarıma modern, güçlü, bakımlı, üretken, gezmeyi seven, yerinde duramayan bir anneanne figürü ile farklı bir rol model oldu. Hiçbir zorluğa boyun eğmeyen karakteri ile ailede herkesten farklıydı. Bu amansız hastalığa da boyun eğmemeye kararlıydı ve sonuna kadar çok direndi… Ama hayat bir sahne, o da bir oyuncuydu en nihayetinde. Senaryoyu yazan bir başkasıydı!
Diyeceğim o ki, bu hayattan rüzgâr gibi bir ‘esin’ti geçti! Ama bu köşenin adının ‘esinti’ olduğuna bakmayın. O bir esintiden çok daha fazla, fırtına gibi bir kadındı. Şimdi ise bazen yüzümü okşayan ılık bir meltem, bazen penceremin önünde bana bakan bir kuş, bazen bir yaz yağmuru… Annesinin gölgesine yeniden kavuşmuş, gövdesine tekrar sarılmış bir çocuk belki de…. Huzurlarınızda bu hayatta benim annem olduğu için ona binlerce teşekkür gönderiyorum buradan.
Artık o aramızda yok. Hayatımızdan rüzgar gibi esip geçerken ruhlarımızı içinden geçmek zorunda olduğumuz bir kasırgayla baş başa bıraktı. Ama ben Esin Erel Nicoara’nın kızıyım… ‘Güç, neden ben demeden hayata tekrar başlamaktır!’