Bak önündeki kadın poşeti beraberinde getirmiş

Nereden başlamalı, ne demeli, ilk önce bir selam mı vermeli diye düşünüp dururken herkese kocaman bir MERHABA demek geldi içimden. Merhaba güzel yüreklere, Merhaba doğacak güne, Merhaba gelecek yarınlara Ve orada duran sıkıntılarımız, kalıpta gitmediğiniz için size de Merhaba(!) Beni tanıyanlar hayat enerjimi, kim olduğumu bilirler. Tanımayanlara ise uzun uzun kendimden bahsetmekse değil niyetim… Sadece, bundan 7 yıl önce bir çift göz ve bir yüreğin ardına düşüp gelen, biz olup yaşayıp giden bir insan evladıyım. Niyetimse, zaman akıp giderken hayatımıza dokunan iyi kötü ne varsa öykü tadında sizlerle paylaşmak… Ama; kimseyi kırmadan, sıkmadan, yormadan. Çünkü paylaşılan güzellikler çoğalır ,dertlerse azalır… Geçmişten konu açılmışken, anılar şimdi gözümde canlandılar misali Almanya’ya ilk geldiğim günlerde markete gidişimi hatırladım. Ve belli başlı markaların isimleri aynı olsada çoğunluk farklı gelmişti. Ama en büyük şaşkınlığı sebze-meyve reyonunda yaşamıştım. Markete girerken kendimce kafamda listemi „birer kilo fasülye, biber, salatalık“ diye sıralarken sebzeleri gördüğümde „bunlar niye böyle ki? Ben şimdi birer kiloyu nasıl ayarlayacağım“ deyip hayretle eşime bakmıştım. Ve birlikte kahkahalarla gülmüştük. Tabi sonrasında her ihtiyacımı karşılayacağım Türk marketi ve en önemlisi Türk fırınlarının olduğunu duyunca koca bir ohh çekmiştim. Çünkü gurbetin ilk za-manlarında insanın ruhu sevgiyi, bedeniyse kendi yemeklerini çok arıyor. Bu ikisinin olması size, bir nebzede olsa bulunduğunuz yere aitlik hissi veriyor. Yani kısacası; eşim aşım, benim asıl yanım… Biraz daha zaman ilerleyipte etrafımda olup bitenleri seyre daldığımda, aslında bu hayatı herkesin güllük gülistanlık yaşamadığı o kadar belli ki.. Özellikle detaylara takıldığınızdaysa hemen görebileceğiniz gerçeklerse cabası. Mesela markette önümde sırada duran hanımefendiye eşinin telafuz ettiği tek cümleyi duymam, hanımefendinin neler yaşadığını görebilmeme yetmişti. Sebepse kadının 1 tane ücretli poşet aldığında eşinin „Bunları evden getirsene. Bak öndeki nasıl getirmiş. Biraz kadınlık öğren, kadınlık“ bu cümleleri sarfetmesiydi… Evet, sadece ödemesi gereken 10 cent için bunca senelik kimliğini öğrenmesi gerekiyordu… Kadınsa; hiçbir şey demedi „U-nuttum“ kelimesinin dışında. Aslında unuttum demekle kastettiği hiçe sayılan benliği mi yoksa kendini savunmak mıydı? Bilemedim… Birara 1 tane poşet alıp vermek istedim ama dedim bu olayı halleder ama sorunu değil. Ve kendi kendime dünya dedim sen ne garipsin. Dönerken kimilerini aydınlık tarafında, kimilerini de karanlığında yaşatı-yorsun. Bizler burda kişilik, benlik kavgası nedir bilmezken, kimilerininse 10 cent için benliği sorgulanıyor. Ve bence bizim bilmediğimiz yerlerde sadece kadınlar değil erkekler, çocuklar, kısaca cinsiyet ayrımı gözetmeksizin birileri haketmediklerini yaşayıp duyuyorlardır eminim. Bir kısma göre bu sorunu temelden çözmek haksızlığa uğrayan tarafın kendini konuşarak savunmayı öğrenmesi. Ama benim gibi düşünenlere göre ise çözüm haksızlığı yapan kişide. Ve buda ancak eğitimle olabilir. İlk önce hata kabuluyle başlamalı, Sonra empati kurmalı. Empati kurulduğundaysa sempati ardından gelir zaten.. Tabi kadın erkek farketmeksizin artık belli bir karekteri oluşan kişilerin değişimleri için toplumda kabul görmüş bir söz vardır. Baştan nasılsa öyle gider. Ama aslında doğrusu şu; insanlar hatalarını kabul etmediği için değişmiyor. Kişiler öz eleştiri yapsa, hatalarını görüp kabul etse zaten sonuç alınmaya başlamış oluyor. Çünkü hatayı kabul etmek çözümü yarılamak, geri kalan çözüm ise empati kurmada gizli. Yani bu ikili hep bizimle gelmeli. Özelliklede çocuklarımızı yetiştirirken bunlar aynamız olmalı. Çünkü; çocuklarımiz büyürken bizlerin geride bıraktığı adımları takip ederler . O yüzdendir ki hepimizin adımları sağlam ve ilkeli olmalı. Saadet KARAHAN