Yurt dışındaki vatandaşların Türkiye’de seçme ve seçilme haklarına sahip olup kullanabilmeleri konusu göç tarihimiz ile yaşıttır. Ekmeğini yurt dışında kazanmak için yaban ellerin yollarını tutanlar, onların çocukları ve torunları yıllarca bu yurttaşlık ve insanlık hakkının gerektiği gibi kullanılması için çaba sarfettiler.
Uzun mücadeleler sonucunda bu hak anayasal hale geldi; ancak Meclis’in gerekli kanunları çıkarıp bu hakkı kullanılır hale getirmesi uzun süre bir türlü mümkün olmadı. Demokratik haklarını kullanma konusunda ısrarlı ve inatçı olanlar otobüslerle, uçaklarla veya otomobilleriyle binlerce km yol katederek o çok sevdikleri ülkelerine aktılar, öylece oy kullanabildiler.
Parçalı ve zayıf hükümetlerden gurbetçinin beklentisi zaten fazla değildi; Ak Parti büyük bir çoğunlukla iktidar olunca ümitler arttı. Zira Recep Tayyip Erdoğan tâ 2002 yılında bu hakkın verileceğini ifade etmişti. Ancak Ak Parti hükümetlerinin yurt dışındaki insanların oy kullanabilmelerine dair mevzuatta değişiklikler yapıp uygulamaya sokması da 10 yılı aldı. Bununla birlikte beklenen haklar hâlâ tam manasıyla verilmedi, sadece seçme hakkı verildi, seçilme hakkı konusunda herhangi bir adım atılmadı. Bunun yerine yurt dışından birkaç arkadaşımızı aday göstermek suretiyle ağzımıza bir parmak bal çalma yoluna gidildi. (Yeni Anayasa seçilme hakkını daha da güç hale getirmektedir.)
Yurt dışındaki insanlarımızın Türkiye’deki siyasete katılımlarının önemi Türkiye’deki siyasetçiler tarafından bir türlü kavranamadı. En önemli iki gerekçemiz; a)insanlarımızın anavatanlarına olan ilgi ve bağlılıklarını arttırmak ve b)Dünya’daki siyasi ve demokratik gelişmelerin, tecrübelerin ülkemize aktarılmasına katkı sağlamaktı. Seçme hakkımızın verilmesiyle ortaya çıkan netice ise şudur: Eski dönemlerde devletimiz ve hükümetlerin döviz kapısı olarak gördüğü yurt dışını, yeni dönemde siyasi partilerimiz artık oy deposu olarak değerlendirmeye başladılar.
Yıllardır savunduğumuz mektupla oy, elektronik ortamda oy kullanma gibi metodların seçim sistemimizde olmayışı gibi nedenlerden ötürü insanlarımızın seçme haklarını kullanmaları hala kısıtlıdır ve son referandumda yine yüzde ellinin altında kalınmıştır. Propaganda döneminde yaşananlar ise sonuçları itibarı ile bilhassa Avrupa’daki insanlarımız açısından birçok olumsuzluğa kapı aralamıştır. Demokratik haklarımızı kullanırken Avrupa’yı adeta savaş alanına çevirmemiz, ev sahibi ülkeler ile yaşanan gereksiz didişmeler, Türklerin komşuları ile problemli hale gelmesine yol açan kavgalar zihinlerde kötü hatıralar olarak kalacaktır.
Bunları söylerken elbette başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin iç işlerimize müdahale seviyesinde konuya angaje ve taraf olmaları, hükümet ve parti yetkililerine karşı eften püften bahanelerle engel çıkarmaya çalışmaları, hele Hollanda gibi cim karnında bir nokta kabilinden bir devletin bir bakanımıza iniş izni vermemesi, bir diğer bakanımıza gece yarıları suçlu muamelesi yaparak derdest etmeye çalışması gibi hadiseleri göz ardı etmiyoruz ve bunların demokratik değerlerle bağdaşmayan utanç verici davranışlar olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.
Tüm bunlara rağmen söylemek istersek; bizim yurt dışındaki insanlar olarak demokratik haklarımızın verilmesi ve hayata geçirilmesi hususundaki ısrarımız, referandum döneminde yaşananları yaşamak için değildi. Demokrasinin işleyişini ve demokratik hakların kullanımını bir şölen, bir bayram havası içerisinde yaşamak, hem yurdumuzda demokratik teamüllerin yerleşip yükselmesine katkı sağlamak, hem de içinde yaşadığımız toplumlara siyasî olgunluk, samimiyet dersi vermekti. Fakat ne yazık ki tersi oldu.
Geleceğe dönük tedbir kabilinden kanunlarımızdaki ‘yurt dışında propaganda yasağı’na ilişkin yasa maddesinin hangi gerekçelerle konduğunu siyasilerimizin bir kez daha düşünmeleri, birkaç oy uğruna sonu gelmeyecek kavgalara sebebiyet vermenin mes’uliyetini idrak etmeleri gerekmektedir. Bazı ülkelerde şimdiden görülmeye başlanan çifte vatandaş Türklerin vatandaşlıklarının iptali ve cezai müeyyideler bakalım hangi politikacılarımızın vicdanını sızlatacaktır?
En geç iki yıl sonra önümüze konacak sandıkların başında aynı kavgaların tekrarlanmaması için bu konuları devletimizin ciddiyetle şimdiden ele alması gerekmektedir. Türkiye’deki siyasi partilerin uzantısı sivil toplum kuruluşlarımız da problemlerin büyümemesi için Ankara’dan gelen her telefona ‘evet efendim, baş üstüne’ şeklinde mukabele etme anlayışından vaz geçmelidirler.