Uzun havalar derinden gelen derunî sesin misalidir. Titreşimleri ile dalga dalga uzadıkça duygunun, derdin, hüznün uzunluğunu yansıtır gibi olur…
Uzun hava Güney’de Güneydoğu’da başka bir renk alır yöresel yapısıyla bu havalara “Barak havası” demekteyiz. Barak havalarına açılmak uzun havada, uzun yollara düşürür bizi.
Kara dağın boz yılanı
Gelir dolanı dolanı
diye başlar da dolanı dolanı ses dalgaları sarar bölgeyi.
Yine bir başka barak havası
Geze geze yüreğime dert oldu
Ağlaya ağlaya gözlerime kan doldu
diye ses verir.
Baraklarda bölgesel olarak “Döne” ismi çok geçer:
Dönem oturmuş da taşın üstüne
Saçlarını da dökmüş kaşın üstüne
Dönem ne dedinse de başım üstüne..
(..)
Mutsuzlukların yanık ifadesi olmak da baraklarda saklıdır:
Seni seven de sevmesini bilmemiş
Çok ağlamış da göz yaşını silmemiş
..
Ne çare ne çare ne çare
Sen güzelsin de seni seven biçare
(…)
Ve “Bir ay doğar ilk akşamdan geceden”farklı bir türkü olduğu gibi, ilk kıtası ile, meşhur “Beymayıl” barak havası olarak da okunur:
Bir ay doğdu da ilk akşamdan geceden
Aman şavkı vurdu da pencereden bacadan
Uykusuz mu kaldın Beymayıl’ım dünkü geceden
Uyan Beymayıl’ım uyan da gadan ben alam
Seni Yaradan’a da Beymayıl’ım gurban ben olam
Mayıl ne yatarsın Korku Dağı’nda
Aman bülbülller öter de seher çağında
Gel seyran edelim de Beymayıl’ım da baba bağında
Uyan Beymayıl’ım uyan da gadan ben alam
Seni Yaradan’a da Beymayıl’ım gurban ben olam
Barak yanıklığı bir de ağıt tema’sı ile kaynaşınca daha bir hüzün yüklenirler:
Aman yine ne geldi de garip başıma
Kan karıştı gözlerimin yaşına
Aman garip yazın mezarımın taşına
Dünyada murada ermemiş deyin…
(…)
Barak havası deyince illa ki Ezo gelin en başta akla gelmelidir. Ve Ezo gelinin bölgede hatta ülkeler arası bir hazin hikayesi vardır. Asıl adı Zöhre’dir, 1909’ da Antep-Oğuzeli- Uruş köyünde dünyaya gelir. Kaynaklar dillere destan güzelliğinden bahsederler. İlkin Halep yakınlarındaki akrabaları Ezo’yu oğullarına isterler. Bu gerçekleşmez. Ezo yakın Beledin köyünden biriyle evlenir. Bu evlilik bir yıl sürer. Sonrasında altı sene dul olarak bekler. Sayısız talipleri olur bu arada. Fakat altı yıl sonra en başta mümkün olmayan evlilik gerçekleşir ve Halep yakınlarında Cerablus’taki akrabalarına gelin gider. Bu evlilik uzun yıllar sürer, lakin doğal bir özlem ötesi Antep hasretinin Ezo gelini çok etkilediği söylenir. Aradaki ziyaretler bu özlemi dindirmez.
Köyünden heybesinde toprak götürdüğü dahi söylenir. Sık sık Bozhöyük ismi verilen yüksek tepeye çıkıp Türkiye’ye doğru baktığını şahitleri söylerler. Zaten şartlar da değişmiş sınırlar, denetimler eskiye göre zorlaşmıştır. Bu zaman içinde ince hastalığa (verem) yakalanır. Bunun sebebini bu ayrılık acısına, bu hasrete bağlayan tahminler vardır. Yakalandığı ince hastalıktan kurtulamaz 1956 yılında yağmurlu bir sonbahar akşamında vefat eder. Hastalığı boyunca özlemini dile getirdiği ve vasiyet ettiği gibi Antep’i gören o en yüksek tepeye defnedilir.
Bütün bölgeye mal olan bu hüzün hikayesi istikametinde Suriye ve Türkiye kültür bakanlıklarının gündemine gelir konu. Nihayet 1999 yılında mezarı doğduğu köye nakledilir. Hüzünlü Anadolu öykülerinden biri daha ses katar türkü rüzgârlarına..
Ezo gelin benim olsaydın seni vermezdim feleğe
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe
Annen huridir sen benzersin meleğe
Neneyle neneyle bahtı karam neneyle
Çık suriye dağları’na da bizim ele el eyle
Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına
Gören vursun kemerinin kaşına
Bizi kınayanların bu ayrılık gelsin başına
Neneyle neneyle bahtı karam neneyle
Çık suriye dağları’na da bizim ele el eyle
Tıpkı Ezo gelinde olduğu gibi, Haylo gelin de Suriye’ye gelin gitmiştir. Bu da bir baraktır artık:
Haylo gelin seni verdiler de Halep iline
Halep kurban olsun senin gibi geline
(…)
Bin bir “renk” dolu türkülerin farklı bir “ahenk” halidir Barak türküleri. Barak havaları, kaygı hüzün, merak havaları…