Dadaloğlu deyince akla bir yiğit edanın, dik duruşun sesi gelir. Koçaklama dediğimiz şiir tarzının, kahramanlık şiir tarzının bir temsilcisidir Dadaloğlu. Dadaloğlu’nun 1700’lü yılların son çeyreğinde doğduğu, 1878 yılında öldüğü düşünülmektedir. Oğuzların Avşar koluna mensuptur. Adı üstünde Türkmen’dir, Türkmen ozanı diye anılır.
Şiirlerinde direniş ön planda olmakla birlikte zaman zaman duygusal sevgi ve aşk şiirleri de güçlü olarak söylenmiştir. Konar-Göçer bir hayatın içinde olduğu için, aynı zamanda şiirlerinde tabiatın renkleri de yer alır. Bu tabiat çizgisi de geniştir. Toroslardan, Kozan’dan, Kaman’dan, Yozgat Bozok Yaylasından ta Kayseri’ye kadar uzanır.
Bu noktada Dadaloğlu’yu günümüzde ses olarak yaşatan meşhur koçaklama şiirini hatırlayalım:
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden iller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
Nasıl ki dağ yamacından, yayla yamacından bir dupduru göze çağlar; bu tabiat mucizesi göze, öz güzelliğin hususi numunesidir. Bazı türkülerimizle söyleyenleri de bu misal üzre özdeş haldedir. İşte Dadaloğlu’nun bu şiiri Orta Anadolu’muzun bir Bozlak eseri olmuştur. Ve Muharrem Ertaş, öyle bir otantik ses ve yorum rengi ortaya koymuştur ki.. Bunun adı bir söyleyip pir söylemiş olmaktır… İlk okunmuştur, kim bilir otantik durumu düşünülürse, -diğer sayısızca yorumlayanlara rağmen- belki de son güzel okuma da bu kalacaktır…
O dönemde Avşarların belli bölgelerde kalmaları istenmiş, mevcut yönetimle sorunları olmuştur. Bazı isyana benzeyen çıkışlar, yöresel çatışmalar yaşanmıştır. Meşhur,”Hakkımızda devlet etmiş fermanı/Ferman padişahın, dağlar bizimdir” çıkışı da bu günlerden yansır. Ama bunu illa da bir baş kaldırı şeklinde okumak gerekmez. Devletin fermanı kendi hakkı ve takdiridir, ama bu topraklarda yaşamak da bizim hakkımızdır diye bir soylu direniş olarak da görmek mümkündür.
Tarihi olayları elbette okumalı, ele almalı, değerlendirme yapılmalıdır. Ama asla bunu bugüne taşıyıp, bugün o konulara muhatap bulup iki taraf olarak tartışma konusu edilmemelidir. Bu maksadı aşmak olur, saptırma olur. Ve hatta Kültür bütünlüğümüze de saygısızlık olur. Siyasi arenaya taşındığını gördüğümüz için bu notu düşüyoruz.
Dadaloğlu, köken olarak varlık olarak bir Avşar ozanı olarak zaten bu toprağın, bu tarihin bir öz değeridir. O dönemde yaşanan bazı anlaşmazlıkları doğrusu ve eğrisi ile o günün şartlarında yaşanmış olaylar olarak görmek gerekir. Konar göçer Avşar oymaklarının hakları üzerine bir savunma gösterilmişse, ya da yöresel yönetimlerle hangi bölgeye yerleşilmesi konusunda ihtilaflar olmuşsa, bunu da anlayışla karşılamak doğru olandır. Ve tarihi kendi dönem ve şartları içinde ele almak, değerlendirmek icap etmektedir.
Zira yüreğinde iyiliğe çağrı vardır ozanların. Şiirler güzelliği, doğruluğu arar, hakkı ve adaleti arar:
Kulak verdim dört köşeyi dinledim
Ardımızdan gıybet eden çoğ imiş
Çok yaşayıp mihnet ile ölmeden
Az yaşayıp dem sürmesi yeğ imiş
(…)
Aynı yönde bir başka şiirinde daha açık vurgular vardır:
Yedi iklim dört köşeyi dolandım
Meğer dünya her tarafta bir imiş
(…)
Okuduğun tutmaz oldu alimler
Kalktı da adalet arttı zulümler
Terlemeden mal kazanan zalimler
Can verirken soluması zor imiş
(…)
Ve yukarıda dediğimiz gibi dik duran, kaş çatan tavır bir yandayken, diğer yanda gönülce duygular, sevgiliye sevgisel sözler dökülür gider:
Her sabah, her sabah seyran gezerken
Iras geldim selvi boylu fidana
Top top olmuş kirpikleri bölünmüş
Hoş benziyor samur kaşlar kemana
Al yanağın elmas m’ola kar m’ola
Çapraz vurmuş düğmeleri dar m’ola
Acep mislin şu cihanda var m’ola
İnsem gitsem Hindistan’a Yemen’e
(…)
Dadaloğlu Anadolu yaylalarının ozanıdır. Yüksek tepelerden seyrettiği topraklara bir Yurt güzellemesi de buna dairdir:
Çıktım yücesine seyran eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür.
Bir firkat geldi ki coştum ağladım
Al yeşil bahçeli Kaman görünür.
Şaştım hey Allah’ım ben de pek şaştım
Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm
Yozgat’ın üstünde bir ateş seçtim
Yanar oylum oylum duman görünür.
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.
Gönül arzuladı Niğde’yi, Boru
Gün günden artmakta yiğidin zârı
Çifte bedestanlı koca Kayseri
Erciyes karşıda yaman görünür.
(…)
Burası Anadolu’dur. Nice farklı sesler sinmiştir toprağına zaman boyu, tarih boyu. Yaşanan olaylar, acılar bununla birlikte sevdalar, toylar, düğünler Anadolu’da bir söz dünyası, duygu dünyası, kültür dünyası oluşturmuştur. Anadolu’nun yaprakları, toprakları açıldıkça kendine has güzellikler bütünü, renkler bütünü görülür. Anadolu’daki “dolu” kavramı tesadüf ötesi gerçekten var olan derinliğin, doluluğun adıdır.