Yeni bir çağa girilirken düşünürlerin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan birisi, dünyadaki bilgi akışının boyutlarının korkunç düzeylere ulaşacağı olgusundan hareketle gerçeklerin anlaşılması ve gerçeklerin anlatılabilmesi konusunda yaşanabilecek güçlüklerdi.
Korkulan oldu ve gelişen iletişim teknolojilerine paralel gelişen propaganda, algı oluşturma ve manipülasyon metodları gerçeklerin tersyüz edilmesi kadar gerçekle alakasız şeylerin kitlelerce yalın gerçeklermiş gibi kabulüne imkan verdi. Devletlerin karanlık katlarında tezgahlanan bu işlere yönelik faaliyetler ve bu türden çabalara verilen destekler dünyanın bir çok yerinde hala süren ve sonu görünmeyen kargaşa, kaos ve savaşların müsebbibi olmaya devam ediyor. Türkiye, bu tür saldırıların en çok zararını gören ülkelerin başında geliyor desek, yanılmış olmayız.
Ülkelerin, kendilerini bahşedilen taarruzlardan kendilerini korumak ve dertlerini anlatabilmek maksadıyla oluşturdukları mekanizmalarla yaptıkları faaliyetlere özetle ‘kamu diplomasisi’ denmektedir. Bazı ülkeler bunu bir saldırı aracı olarak kullanırken Türkiye gibi namlunun ucundaki mağdur ülkeler savunma amaçlı kullanma gayretindedirler.
Kamu diplomasisi alanı, üç buçuk milyon insanımızın yaşadığı, aynı ittifakta yer aldığımız, en büyük ticari partnerimiz durumundaki Almanya söz konusu olduğunda daha önemli bir hale gelmektedir. Almanya Türkiye dostlarının çokluğu kadar Türkiye düşmanlarının da çokluğu ile bilinen bir ülkedir. Tarih, ekomomik menfaatler, siyasi hedefler ve jeopolitik, iki ülkeyi birbirine mahkum hale getirdiğinden ilişkilerin hassas yürütülmesi temel esastır. Hem Türkiye hem Almanya ortak ilgi alanlarına giren konularda kılı kırk yararak hareket etmek zorundadırlar. İki ülkeden birine gelecek zarar diğer ülkenin değil daima üçüncü ülkelerin menfaatlerine yardım edecektir.
Türkiye ile Almanya arasında son yıllarda yaşanan gerilimin giderilmesi için politikacıların karşılıklı attıkları adımların sonuçlarını henüz almadan, Türkiye’nin Afrin’e karşı başlattığı terör örgütlerine yönelik ‘Zeytindalı Operasyonu’ ile birlikte ilişkiler yine krize dönüşme eğilimine girdi. Bunda, kötü niyetli düşman çevrelerin arabozucu faaliyetleri kadar, kendi ihmal, yanlış ve eksikliklerimizin de rolü olduğu açıktır.
Örneklendirmek gerekirse, böyle bir hata ve eksikliği Diyanet İşleri Türk İslam Birliği – DİTİB’in tavrında gördük. Afrin Operasyonu nedeniyle Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerde Fetih Suresi okunması ve dua edilmesi yolundaki açıklaması, Almanya’daki DİTİB camilerinde de yankı buldu. Ancak kraldan fazla kralcı bir kısım sorumsuzun sadece bir yerlere yaranmak, birilerinin gözüne girmek için konuyu Türkiye’nin sınır güvenliğinin ve barışın sağlanması, terörün durması hedefinden çıkarıp savaş çığırtkanlığına dönüştürmeleri kamuoyunda tepkiye yol açtı ve DİTİB ‘Savaş Duası’na çıkmakla suçlandı. Sosyal medyadaki bu türden çağrı ve haberlerin silinmesi tepkilerin dinmesine yetmedi, her gün birkaç camisi saldırıya uğrarken yine hedef tahtasına konan DİTİB oldu. Alman siyasiler bu bahane ile bir kere daha ‘Biz bu DİTİB ile mi işbirliği yapacağız?’ sorusunu gündeme getirdiler.
Halbuki DİTİB’in geçmişinde bu tarz durumlarda nasıl davranılacağına dair bir hayli tecrübesi mevcuttur. Geçmişte terörle mücadele, savaşların durması, kan akmaması için DİTİB, bazı hallerde yanlarına başka dinlerden din adamlarını da alarak defalarca ‘Barış Duası’ yapmıştır. Fakat DİTİB’in sistemli şekilde yok edilen hafızası ve DİTİB için herhangi bir emek sarf etmeden yetkilendirilenlerin hikmetleri kendinden menkul tavırları şu anda yaşadığımız türden sonuçlar doğurmaktadır. DİTİB artık, yabancı bir ülkede sahip olması gerekli kamu diplomasisi dilinden mahrum kaldığı gibi giderek bir siyasi partinin uzantısı olma rolüne soyunduğunu çağrıştıran görüntüler sergilemekte, bu ise onun tüm Türk kuruluşlarının üstündeki konumunu da zedeleyerek sıradanlaştırmaktadır. Bu gelişmeler sadece DİTİB’e zarar vermekle kalmayıp, Türkiye-Almanya ilişkilerini bozmak için fırsat kollayanlara gittikçe genişleyen bir alan açmaktadır.
Asli görevlerini yerine getirmekte zafiyet içine düşen, kültürel çalışmalarda alanını daraltarak geniş kitlelerden kopan, eğitim faaliyetlerinde gerekli mesafeyi katedemeyen, kendisi dışındakilerle işbirliği kabiliyetini gittikçe kaybeden; en önemlisi eşiğine geldiği Almanya’daki Müslümanların temsilciliği konusunda yılların gayreti sonucu elde edilen kazanımları son birkaç yıl içerisinde tüketip yok eden DİTİB, kendisini siyasi kavgaların bir ögesi haline getirerek ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bunun çıkmaz bir yol olduğu açıktır. DİTİB, tekrar eski güçlü, saygın, dinlenen ve dinleten konumuna gelebilmesi için hızla fabrika ayarlarına dönmek zorundadır. Düşmanın oyunları, siyasetin kirli söylemleri ve dışımızdakilerin yanlışlıkları bizim eksikliklerimizin bahanesi olmamalıdır. İçinde yaşadığımız topluma kendimizi daha iyi ve doğru şekilde anlatabilmenin ve günümüzün katı gerçeklerini anlayabilmenin yolu öncelikle bundan geçmektedir.