Yaşadığımız asrın en önemli özelliklerinden bir tanesi enaniyeti teşvik etmesidir. Hatta bu asra bu nedenle “Enaniyet Asrı” diyenler de var.
Bireysellik konusunda aşırıya gidenler, dünyanın merkezinde sadece kendilerini görürler. Sadece kendi düşüncelerini ve isteklerini göz önünde bulundururlar ve herkesin buna saygı gösterip, uymasını isterler. Bunu da kendilerinin inkişafı adına yaparlar. Fakat herkes de aynı beklenti içerisinde olduğunda çatışmalar oluşur.
Örneğin eşler arasında birbirine tamamen zıt fikirler varsa ve ikisi de birbirinden anlayış beklerse, sorun sadece ertelenmiş olur. Biryerde patlak verir. Burada fedakarlık faktörü devreye girmesi gerekiyor. Birisi ilk adımı atıp, enaniyeti, gururu ve inadı terk etmeli. “Deymez, bundan sonra birşey degişse bile umrumda değil, ben söyledikten sonra yapmasının bir anlamı yok, ilk adımı ben niye atıyorum, suçlu olan o” dememek lazım. İlk adımı atmak zayıf olmanın veya haksız olmanın göstergesi değildir. Tam aksine, büyüklük işaretidir. Çünkü gurur yapmak yerine sorunu çözmek istediğinizi, huzur istediğinizi gösterir. Eşiniz kendisini kötü hissedince, bu size de yansıyor. Eşiniz kendisini iyi hissedince, mutlu olunca, bu da size yansıyor. Mutlu olmak için önce mutlu etmek lazım.
Enaniyetimiz, gururumuz, kibirimiz cep feneri gibidir. Cep feneriyle geceleyin sadece belli bir yeri görebiliriz. Cep fenerini tuttuğumuz yeri görürüz, gerisini karanlık görürüz. Karanlık olduğu için yanlış yorumlarız. Ne olduğunu anlamayız. Görüşümüz çok sınırlıdır ve belli bir noktaya odaklanmıştır. Hakikati göremeyiz. Eğer ışık açılsa, güneş gözükse, cep fenerine ihtiyaç olmasa, tüm karanlık gidecektir ve hakikat gözükecektir. Anlamadığımız herşeyi anlamaya başlarız. Egomuz da öyledir. Ego ile baktığımızda hakikati göremeyiz, gizlenir. Gurur ve kibir bize dünyaya dar bakmamızı sağlar. Sadece kendimize odaklanırız, etrafımız karanlık olur. Eğer benliğimizi atıp, kalbimizi Kur´an´a açar isek, dünyaya cep feneriyle değil güneş gibi bir hakikat ile bakmış oluruz. Olayları anlamaya ve doğru yorumlamaya başlarız, hayattan lezzet almaya başlarız.
Enaniyet buz parçasına benzer. Buz parçası sert ve görkemli gözükse de zamanla erir ve kaybolur. Eğer bu buz parçası büyük bir havuza erirse orada hayatına devam eder. Yani enaniyete karşı fedakarlık yapılması gerekiyor. İnsan başka insanları kendisine tercih edebilmeli. Elbette bu da bir sınır içerisinde olacak. Yoksa burada da aşırılık olursa aşağılık kompleksleri ve kendine güvensizlik oluşur.
Enaniyetin toplumsal boyutu da var. Başkaları çalışsın, başkaları uğrassın, ben rahat kalayım mantığı toplumun ahlaki çöküntüsüne işarettir. “Bana dokunmayan yılan 1000 sene yaşasın” anlayışı bir toplumda güvensizliği, adaletsizliği, vicdansızlığı yansıtır.
Tarih sahnesine baktığımızda görüyoruz ki, beşerin zulümleri, fesatları ve ahlak-ı reziliyeleri bu kelimelerden doğmuş. Birinci sözden ahlaksızlık, zulüm ve merhametsizlik, ikinci kelimeden kin, kıskançlık, kavga çıkmış. İnsan tarihinin belki en kanlı yüzyılı olan 20. Yüzyıl şüphesiz ki böyle bir hayat felsefesi yüzünden dünyaya onlarca savaş getirmiş. Milyonlarca insan öldürülmüş ve yüzbinlerce insan evsiz kalmış.
Müslüman toplumları bu iki yanlış görüşü ortadan kaldırmışlardır. Birinci sözü zekat ile, ikinci sözü faizi yasaklayarak yok etmişlerdir. Zekat vermeyen ve bolca faiz dağıtan toplumlar bu şekilde sosyal çöküntüye uğramışlardır, çünkü zenginin ve fakirin arasındaki uçurum büyümüştür. Zengin fakire merhamet duymaz hale gelmiş ve fakir zenginden nefret etmiş.
Enaniyete karşı Allah´ı zikretmek faydalı olacaktır. Çünkü Allah zikredilince insan kendi acziyetini ve Allah´ın büyüklüğünü anlar ve tevazu gelişir.
Atalarımız dile getirmiş: “Merhametten (iyilikten) maraz doğar.“ Evet, bazıdurumlarda aşırı tevazu göstermek kişinin aleyhine kullanılabilecek bir durumdur. Örneğin karşınızda kibirli, enaniyetli ve inatçı birisi var ise, sizin tevazunuzu aşağılanma olarak algılar ve o şekilde muamele eder. Sizi sürekli ezmeye ve kullanmaya çalışır. Bir canavara karşı merhamet ederseniz, o size daha çok baskı yapar. Böyle durumlarda kendini müdafa etmek için, izzet ve şerefini muhafaza etmek için başını eğmemek gerekir. Mehmet Akif´in dile getirdiği gibi: “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!“