Erdoğan’ın ziyareti öncesi; ilişki düzeyindeki belirsizlikler

T.C. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel.
T.C. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel.
Şefik Kantar
Şefik Kantar

Türk-Alman ilişkilerini dile getirirken, epey zamandır tarihi silah arkadaşlığından ve uzun süreli ittifakın iki ülke için yararlarından bahsedilmez oldu. Mülteciler konusu dışındaki tüm konularda iki ülkenin tutumu dostluk çizgisinden ziyade düşmanlık eksenine kaymış durumda.

Türkiye’deki sistemin günden güne daha otoriter bir mecraya doğru gitmesi ve bunun bazı çevrelerce diktatörlük olarak değerlendirilmesi, partilerin Almanya’daki faaliyetleri, PKK konusundaki görüş ayrılıkları, Türkiye’nin güvenliği konusundaki fikir uyuşmazlıkları, 15 Temmuz darbe girişimi ve faillerinin iadesinde birbirinden uzak pozisyonlar, Türkiye’de insan hak ve hürriyetleri, basın hürriyeti alanlarındaki rezervler ikili ilişkileri bir hayli zehirlemiş durumda. Almanya ile ilişkilerin soğukluğu, birlikteki öncü rolü sebebiyle AB’de de kendisini hissettiriyor.

ERDOĞAN EYLÜL SONU GELİYOR

İlişkilerdeki gündem zenginliğinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Eylül ayının son haftasında yapacağı açıklanan Berlin ziyaretiyle yeni bir boyut kazanması bekleniyor. Almanya geçtiğimiz günlerde İzmir’de yargılanmakta olan papaz Andrew Brunson’u bahane ederek Türkiye’ye karşı büyük bir saldırı başlatan ABD Başkanı Donald Trump’a karşı Türkiye’nin yanında yer aldı ve AB’yi de buna teşvik etti. Almanya bununla, ilişkilerin eski bahar günlerine dönmesini ümid ederken, Türkiye’ye karşı elinde tuttuğu hukuk ihlalleri, temel hak ve hürriyetler, ayrımcılık, otoriter yönetim, muhalefetin baskı altında tutulması gibi alışılagelmiş konuları koz olarak tutma kararlılığında görünüyor. Medya ve Alman muhalefet partileri üzerinden verilen mesajlarda, görüşmeleri toptan bir hesaplaşmaya dönüştürme niyetindekilerin varlığının küçümsenmeyecek oranda büyük olduğu farkediliyor.

Siyasi, ekonomik, diplomatik, askeri, hukuki alanlarda masaya yatırılması gereken bir hayli konunun varlığı, iki tarafa da yoğun bir ev ödevi mükellefiyeti yüklemektedir. Bilhassa Alman kamuoyunda Almanya’nın Türkiye’yi sigaya çekeceği gibi bir beklenti ve algı oluşturulmaya çalışıldığı gözden kaçmıyor. Halbuki Almanya’nın da izah etmek zorunda kalacağı bir hayli kambur söz konusu. Türklere ve diğer yabancılara karşı ayrımcılık ve baskılar, islamofibiyanın yükselişi, camilere ve Türk derneklerine yapılan saldırılar, demokratik hakların kullanımına getirilen sınırlamalar, başörtüsü yasağının yaygınlaşması, eğitimde ve işyeri bulmada eşitsizlik gibi cevabı verilmesi gereken bir hayli mevzu var. Görüleceği gibi Türkiye ile Almanya arasında bir hesaplaşma söz konusu edilecekse, bunda hevesli davranması gereken taraf daha ziyade Türkiye’dir.

Hem Almanya ve Avrupa hem de Türkiye kamuoyunu rahatsız eden meselelerin başında gelen terör konusunda Almanya, üzerine aldığı yükün altından kalkamayacak derecede yanlış bir tutumun içindedir. Türk kamuoyunda Almanya artık ‘terör hamisi’ bir pozisyondadır ve bu kanaat gün geçtikçe güçlenmektedir. Sadece devlet olarak Türkiye’nin değil, Almanya’da yaşayan Türkler nezdinde de cami ve derneklere, sokaktaki sıradan insanlarımıza yapılan saldırılara karşı güvenlik güçlerinin ve adli mercilerin duyarsızlığı, terör örgütlerinin Alman devletinin çeşitli kurumları vasıtasıyla kendilerine sürekli bir şemsiye bulabilmeleri, NSU davasında görüldüğü gibi yapılan sözde soruşturma, kovuşturma ve yargılamaların neticede saldırganlara ve terör destekçilerine hizmet etmesi bu kanaatleri pekiştirmektedir.

Türkiye’nın FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) olarak adlandırdığı ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili gördüğü, ancak Almanya’nın Fetullah Gülen Hareketi olarak değerlendirmekte ısrar ettiği ve darbe ile münasebetini göremediğini savunduğu grup hakkında iki ülkenin görüşlerinde bir yakınlaşma sağlanıp sağlanamayacağı merak edilmektedir. Aynısı PKK için de geçerlidir. Almanya, doğrudan kendisine karşı suç işlemeyen gruplar müsamahayı sürdürecek midir? Öte yandan Almanya’nın Türkiye’de tutuklu Alman vatandaşları konusunda baskı yapmak isteyeceği açıktır. Görüşme öncesinde veya sonrasında Deniz Yücel ve Büyükada Toplantısı sanıklarındaki gibi bir dayatma teşebbüsü gündeme gelebilir diye düşünüyoruz.

ABD’ye karşı oluşturulan saflarda yan yana yer almaları kolay görünen Türkiye ve Almanya’nın birbirlerine karşı konumları söz konusu edildiğinde fazla hareket alanına sahip olmadıkları görülmektedir. Ancak politikanın görevi, zorlukların üstesinden gelecek alanlar açarak ilerleyebilmektir. Her iki ülkede bunu sağlayabilecek birikim mevcuttur. Yapılması gereken politikacıların kendilerini aşarak ülkeleri ve milletleri için gerekli adımları siyasi bedel ödemeyi de göze alarak atmalarıdır. Umarız ümitlerimiz bu kez havada kalmaz.