Sonda söylemem gerekeni baştan söyleyip rahatlayayım: ‘’Eyy Merkel, aklını başına topla, bu işler böyle yürümez.’’ Almanya’daki seçimler hakkındaki düşüncelerimizi okuyunca neden bu şekilde bir çağrıda bulunduğumuzu daha anlayacağınızı tahmin ediyorum.
Almanya dışında Türkiye’de de heyecanla beklenen seçimler yapıldı ve oylama öncesi kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan rakamlarla benzerlik arz eden bir sonuç ortaya çıktı. Hemen herkesin takip ettiği gibi seçimlerden Hıristiyan Demokratlar (CDU-CSU) % 32,9, Sosyal Demokratlar (SPD) % 20,5, Aşırı sağcılar (AfD % 12,6), Liberaller (FDP) % 10,7, Sol Parti 9,2, Yeşiller 8,9 oy alarak çıktılar. Bu sonuçlarla iktidar ortakları CDU-CSU ve SPD’nin birlikte % 13,8’lik bir oy kaybına uğramalarına karşın, İslam ve Türk düşmanı, yabancı karşıtı AfD oylarını % 7,9 oranında arttırarak Bundestag’a üçüncü parti olarak girme hakkı elde etti. Geçen seçimlerde meclis dışı kalan Liberaller oylarını % 5,9 arttırarak meclise girdiler. Oy oranları fazla oynamayan Sol Parti (-0,5) ve Yeşiller (+ 0,5) de Bundestag’a girdiler ancak milletvekili sayıları azaldı.
Alınan sonuçlara göre; meclise CDU-CSU 246, SPD 153, AfD 94, FDP 80, Sol Parti 69, Yeşiller 67 milletvekili soktular. Sonuçların alınmaya başlaması ile birlikte SPD Başkanı ve Başbakan adayı Martin Schulz, CDU ile tekrar koalisyon yapmayacaklarını açık ve net bir dille açıklayınca geriye gerçekçi bir yol olarak Jamaika Koalisyonu olarak tarif edilen CDU-CSU + Liberal + Yeşiller hükümeti ihtimali kaldı.
Almanya gibi derin bir koalisyon kültürüne sahip ülkede hükümetin kurulmasının fazla zorlanmadan gerçekleşebileceği tahmin ediliyor. Ancak her şeye rağmen koalisyonların zor olmasa bile pazarlık ve kuruluş süreçlerinin zorlu geçtiği bilinmektedir. Çünkü hükümetlerin kuruluşu birkaç kişinin iradesine bağlı olmayıp tüm parti teşkilatlarının arzu ve onayına göre gerçekleşebilmektedir. Bu noktada karşımıza partilerin genel politikaları ve seçim beyannamelerinde dile getirdiği hususlar çıkmaktadır. Koalisyona girerken her parti taviz vermek zorunda olduğunu bilmekte ancak bunun parti tabanında kabul edilebilecek seviyeyi aşmaması gerektiğini hesaplamak zorundadır.
Almanya gündeminde en hassas konuları dış politika, güvenlik, maliye, gelir dağılımı, istihdam, çevre, AB, eğitim, aile, yaşlı, kadın ve emekliler ile yabancıların durumu ve mülteciler oluşturmaktadır. Yorumcular, geçtiğimiz seçim döneminde partilerin çok önemli bir dönüm noktası olan digitalleşme ve bunun hayatımızda doğuracağı sonuçlar üzerinde çok az durulduğu eleştirisini yapmaktadırlar. En çok eleştirilen konu ise Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim döneminde çok yer işgal etmesidir. Bunun, zaten yükselişte olan AfD’yi daha da güçlendirdiği iddia edilmektedir.
Almanya için en büyük tehlike, seçim sonrasında da Türkiye’nin politik tartışma malzemesi yapılmasıdır. Esasında başka bir ülke üzerinden seçim kampanyası yapmak Almanya’nın politik geleneğinde yokken son seçimde bu yapılmış ve demokratik güçler ile birlikte ülke bunun büyük zararını görmüştür. Bunun en açık göstergesi, nazi yanlılarının güçlü bir şekilde Bundestag’a girebilmeleridir. Oyların büyük bölümünün kendilerinden gittiğini bilen Angela Merkel seçim akşamı yaptığı açıklamada ‘ne gibi yanlışlar yaptığımızı araştırarak giden oylarımızı geri alacağız’ şeklinde konuştu. Güzel bir iyi niyet ifadesi gibi görünen bu cümlede gayet tehlikeli sonuçlara yol açabilecek ciddi bir risk söz konusudur.
Bilindiği gibi AfD’nin yükselmesinde kullandığı popülist yıkıcı söylem içerisinde Türk ve İslam karşıtlığı, Türkiye düşmanlığı, yabancı aleyhtarlığı ve mülteci düşmanlığı önemli bir yer tutmuştur. Seçim döneminde bu konular gündemi o denli meşgul etmiştir ki dünya ihracat şampiyonluğunu yıllardır elinde bulunduran, yıllık enflasyonu % 2,5, işsizliği % 5,5 seviyesine indiren, kişi başına düşen milli geliri 40 bin Euro üzerindeki Almanya’nın bu duruma gelmesinde büyük rol sahibi olan Angela Merkel deprem etkisi niteliğindeki oy kaybından kurtulamamıştır.
Önümüzdeki süreçte AfD gündemi yine benzer konuların işgal etmesine heveslenirken, Merkel’in kozlarını ellerinden almak için yabancılar ve mültecileri mağdur edebilecek, Türkiye’yi daha da uzaklaştıracak tavizkar politikalara yönelme ihtimali söz konusudur. Bu hususu bilhassa Almanya’da artık iyice can çekişmekte olan sivil toplum kuruluşlarımız göz önünde bulundurmalı ve tabutlarının çivilenmesini önlemek istiyorlarsa şimdiden koalisyon pazarlığına başlayacak partiler nezdinde gerekli girişimleri yapmalıdırlar. Kurum ve kuruluşlarımızın seçimlerden önce dilek ve taleplerini, itiraz ve şikayetlerini ortaya koyma konusundaki politik acizlikleri devam ederse gelecekte bu günleri çok arayacağımız bilinmelidir.
Tekrar Şansölye koltuğuna oturacak Merkel de şunu bilmelidir ki tavizci politikalar sadece kendisini yargılama tehdidi savuran politik düşmanlarının daha da güçlenmesine hizmet edecektir. Seçim dönemindeki tüm hır güre rağmen 55 yılı aşkındır Almanya’nın doğrulup kalkınmasına büyük katkılar sağlayan Türklere güvenmesi ve icraatları ile bunu göstermesi, eskiden olduğu gibi ona ve ülkeye çok şey kazandıracaktır. Yine şunu bilmelidir ki, Almanya’ya sadakat Türklerin kendi anavatanlarına bağlılıklarından taviz vermelerini gerektirmemektedir.