Cumhurbaşkanı konuşmasının başında Türkçe „gurbet“ kavramının 60‘lı 70‘li yıllarda Almanya ile eş anlamlı olarak kullanıldığını hatırlattı. Saraya Almanya’da yaşayan Türkleri temsilen farklı eyalet ve mesleklerden 30 kişi çağırıldı. Katılımcılar arasında bilim insanları, sivil toplum temsilcileri, farklı meslek grupları, spor ve Türk medyasından temsilciler yer alırken, birinci nesilden de iki temsilci torunları ile katıldılar.
Korona kuralları nedeniyle oldukça sınırlı tutulan davetli listesinde Almanca ve Türkçe medyadan tanıdığımız Nazan Ekes, Evren Zahirovic, Adnan Maral, Ahmet Külahçı yer alırken, Bremen ve Osnabrück Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin Karakaşoğlu ve Prof. Dr. Bülent Uçar, sivil toplumdan Ayten Kılıçarslan, Ferda Ataman, Tuğba Tekkal ve Düzen Tekkal gibi isimler yer aldılar. Birinci nesli temsilen Yonca ve Çetinkaya aileleri torunları ile katılarak Almanya’ya ilk geldikleri yıllarda yaşadıklarını dile getirdiler.
Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in konuşmasında öne çıkan bazı noktaları davetliler arasında yer alan „Sozialdienst muslimischer Frauen – SmF e.V.“ Genel Başkanı Ayten Kılıçarslan ile sizin için konuştuk:
GÖÇ, YABANCI DÜŞMANLIĞI KONUSUNDA ÇOK DUYARLI
· Ayten Hanım öncelikle neden bu kadar az sayıda davetli vardı ve Cumhurbaşkanı neden 30 Ekim 1961 tarihinde kutlanması gereken yıldönümünü neredeyse bir buçuk ay öne aldı?
„Açıkçası bu konuda benim bir bilgim yok. Davet bu kadar erken gelince ben de şaşırmadım değil ama bunu 30 Ekim vesilesiyle birçok sivil toplum kuruluşu ve hatta resmi makamlar tarafından haftalara yayılarak gerçekleşecek olan çok sayıda etkinliğe bağlıyorum. Cumhurbaşkanı sosyal konulara, göç, yabancı düşmanlığı, Müslümanlar gibi hassas konularla yakından ilgileniyor. Mesela kendisi aynı zamanda Ernst-Reuter İnisiyatifi’nin de kurucusu. Dışişleri Bakanı iken dönemin T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte kurdukları, Almanya ve Türkiye arası ilişkilerle ilgilenen bir inisiyatif. Kısacası muhtemelen başka etkinlikler de bu görüşmeyi takip edebilir. Yani bu bir açılış olabilir.“
„Sayının sınırlı tutulması sanırım korona ile ilgili. Davette yer alan kişilerin yarıdan fazlasını tanımıyordum. Hepsiyle görüşemedim ama görüşebildiklerimde gördüm ki halktan insanlar. Aralarında genç bir hanım vardı mesela Almanya karate şampiyonu imiş. Bayan Büdenbender ile sohbet ederken yanımıza geldi. Kendisiyle gurur duydum. Ancak neredeyse 15 yıl önce karateyi bırakmıştı. Berlin’den gelen bir başka bayan vardı; kendisi „Stadteilmutter“ olarak gönüllü çalışıyor. Yani göçmen kökenli yeni anne olan kadınlara destek veren ve uzun yıllardır sürdürülen bir proje. Bir başka beyefendi Berlin’de kendi şirketini kurmuş, boyacılık yapıyormuş. Bunların yanında kamuoyunun tanıdığı isimler de, bilim insanları da vardı. Kısacası Türkiye’den gelen insanımızın çeşitliliğini kısmen yansıtmayı başarmışlardı.“
RAMAZAN AYINDA SAYIN CUMHURBAŞKANI BİZİ DİNLEMİŞTİ
· Peki neden Ayten Kılıçarslan?
„Neden olmasın? Benim için bu davet her şeyden evvel bir onur. Biz daha önce de, biliyorsunuz, bu yıl Ramazan ayında sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmüştük. Bonn’daki Cumhurbaşkanlığı köşkünde bir buçuk saat bana ve iki arkadaşıma zaman ayırarak eşi bayan Büdenbender ile bizi ilgiyle dinlemişti. O görüşmede de Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü konu olmuştu ve ben kendisine kendi hayatımdan da örnekler vererek Almanya’ya gelen Türk kadınlarının ve özellikle ikinci neslin dramını anlatmış ve Türkiye-Almanya iş gücü göçü denince hep erkekler anlaşılıyor, ancak bu doğru değil, diyerek bu konudaki hassasiyetimizi paylaşmıştım. Tabi orada hem Müslümanların ve göçmenlerin hem de kadınların sorunlarını daha detaylı dile getirme imkânı bulmuştuk. Bu daveti, o görüşmenin bıraktığı olumlu izlere yoruyorum. Esasen az iş başarmadık. Müslümanların ve özellikle de kadınların bu toplumdaki katkısını görünür kıldık ve çok kısa sürede iyi bir örgütlenme başararak yüzlerce insanın hayatına dokunduk.“
GÖÇMENLERDE BAKAN OLABİLİR, BU DA ÇOK NORMAL
· Bu davette en fazla öne çıkan konu neydi?
„Sayın Cumhurbaşkanı sorunlara oldukça vakıf. Konuşması hepimizi etkiledi. Mesela o dönemde misafir işçi olarak anılan neslin torunlarının artık Almanyalı olduğunu ve artık Almanya’nın bu insanlar olmaksızın düşünülemeyeceğini vurgulaması önemliydi. Daha önce işçi olarak gelenlerin çocuklarının bugün siyasetten bilime, spordan ekonomiye çok önemli yerlere gelmeleri hatta bu ülkede Bakan olmaları artık normal bir durum. Ve bu sadece Türkiye’den gelenler için değil, diğer göçmenler için de geçerli.
Vurgu yaptığı bir diğer konu Alman toplumunun işgücü olarak gelen bu insanlar sayesinde daha açık, daha çoğulcu, ekonomik olarak daha güçlü ve müreffeh olması. Bir diğer konu da din ve dindarlarla ilgili düşüncesiydi: ‚Seküler göçmenler nasıl bu topluma aitse, dindar Müslümanlar da aynı şekilde toplumun bir parçasıdır ve inanışları da bütün farklılıklarıyla bu ülkede yer bulabilmelidir. Okullarda İslam din dersleri ve imamların eğitimi de buna dahildir. Bu nedenle Müslümanların dini ihtiyaçları yabancı ülkelere bırakılmamalıdır‘ dedi. Almanya’da İslam imajını önyargılar belirlediği sürece, demokratik toplum düzeni içinde örgütlü dini yaşantı için mücadele verenler için nefes almak zorlaştığı ve kamuoyundaki hakim düşüncelerden çekinildiği için işbirlikleri iptal edildiği sürece, bu ülkenin Müslümanların da vatanı olduğu sözünü tutamamış olacağını belirtti.
Sayın Cumhurbaşkanının çekinmeden özeleştiri yapması bence önemliydi: ‚Geriye bakınca sadece bir devinim değil, aynı zamanda acı da görüyoruz‘ dedi. Mesela geçmişte işçi alımlarında yapılan sağlık kontrollerinin insani olmayan tarafını eleştirdi. Ben de bu konuyu kitabımda detaylıca ele almıştım. Düşünsenize, o dönemde solak olmak, dişlerin çürük olması, düztabanlık gibi basit bulgular geri çevrilmeye yetiyordu. Bugüne geldiğimizde en büyük sorun ırkçılık ve ayrımcılık. Bunu da eleştirdi ve bu konuda devleti birinci derecede sorumlu tuttu. Yani topu taca atmadı. Geçmişte yaşanan eksikliklerden ve daha iyi bir geleceğin kurgulanmasından devletin sorumlu olduğunu açıkça söyledi. NSU’da, Möln, Solingen ve Hanau’da karşımıza çıkan kin ve nefretin tohumlarının bu ülkede ve toplumda olduğunu ve devletin insanlarını korumakla görevli olduğunu hatırlattı.
Konuşmasının sonunda yaptığı çağrı, sadece toplantıya katılanlara değildi: ‚Kendisini burada evinde hisseden herkes bu toplumda hakkı olan yeri almalıdır. Bu yer toplumun merkezidir. Bu yeri doldurun. Bu toplumu birlikte inşa edin, çünkü bu sizin toplumunuz!‘.
· Yani siz bu toplantının her şeyi değiştireceğine mi inanıyorsunuz?
„Elbette ki bir toplantı ile her şey değişmeyecek. Ancak burada verilen mesajı ben önemsiyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı‘nın devletin en tepesi olarak verdiği mesajlar dikkate alınır. Steinmeier’in en azından birçok konuda moderatör görevi yapacağını düşünüyorum. Zaten ara verildiğinde özel sohbetlere geçildiğinde kendisinden bu beklentimizi de ilettim. Sizin göreviniz bitiyor, ama sayın Cumhurbaşkanım, yapılacak daha çok şey var ve daha fazla katılım için özellikle kadınlar olarak sizin desteğinize ihtiyacımız var, biz bu topluma katkı sağlamak istiyoruz ama bazen de bizim bu alanda sorumluluk almamızı istemeyen ve bizi rakip gören bir anlayış var. Bu engelleri aşmak için sadece Cumhurbaşkanının değil, genelde sivil toplumun da desteği gerekli.
· 60. Yıl münasebetiyle son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
„60 yıl tarih açısından çok uzun bir zaman değil. Asıl iş bundan sonra başlıyor. Artık Türkiye kökenliler, göçmenler ve Müslümanlar olarak daha kalıcı ve yapısal düşünerek daha stratejik adımlar atmamız gerekiyor. Bunun için de toplumsal uzlaşmalara ihtiyacımız var. Bu uzlaşma alanlarının sadece Türk veya Türkiye kökenliler, Müslümanlar veya göçmenler arasında değil, daha farklı paydaşlarla ve daha şeffaf ve daha profesyonel çalışmayla sağlanabileceğini düşünüyorum. Çeşitlilikten ve farklı düşüncelerden korkmamak lazım.“
· Söyleşi için çok teşekkür ederiz.
Adnan ÖZTÜRK