İslam Konferansı’na İliştirilmiş Müslümanlar

Şefik Kantar yazdı:
Şefik Kantar yazdı:

27-28 Kasım tarihlerinde Federal İçişleri Bakanlığı’nca Berlin’de gerçekleştirilen İslam Konferansı, Alman medyasında ve kamuoyunda gerekli ilgiyi görmeden yapılıp bitti. Sonuçları itibariyle de bir kısım akademik ve siyasi mahfilde kısa bir süre konuşulup bir kenara bırakılacak içerikte bir program oldu.

2006 yılında dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından ilki toplandığında konferansı ciddiye alan ve ümit bağlayanların sayısı hayli fazlaydı. Çünkü gayenin ülkedeki Müslümanların dini hak ve hürriyetlerini sınırsızca kullanırken diğer dinlerden komşuları ile daha güzel ortak bir dünyayı nasıl oluşturabilecekleri hususunda arayışların yapılıp adımların atılacağı düşünülüyordu. Ancak zamanla Almanya’nın asıl gayesinin bu olmadığı, ülkedeki Müslümanlar için adeta yeni bir din icadı peşinde oldukları görüldü. Bu, ümitleri kırmakla birlikte Müslümanları temsil iddiasındaki küçüklü-büyüklü organizasyonlar ite kalka da olsa konferansa ilgiyi sürdürdüler.

Halihazırdaki İçişleri Bakanı Horst Seehofer’in bir müddet önce dile getirdiği ‘İslam Almanya’ya ait değildir’söylemi, bu zihniyetin düzenlediği konferansın nasıl geçebileceği konusunda kafalarda istifhamlara yol açmıştı. Acaba Seehofer’in sözleri üzerine kendi görüşünü açıklayarak ‘Elbette İslam Almanya’ya aittir’ tezine yakın duran Şansölye Angela Merkel’in herhangi bir müdahalesi olacak mıydı? Merkel’in müdahalesi neticesi mi yoksa kamuoyu baskısından mı henüz bilinmiyor, ama Seehöfer konferans öncesinde orta yol diyebileceğimiz bir istikamete yönelerek‘Almanya’da Almanya’dan Almanya için İslam’ kavramını dillendirdi. Bu, son haftalarda tekrar köpürtülen Almanya İslamı konusuna da yeni bir bakış açısı demekti.

Almanya’nın her partiden ve türden politikacı vasıtasıyla Müslümanların çoğunluğunu temsil eden teşkilatları bazen yok, bazen düşman sayan tutumunun verdiği rahatsızlık sürerken, asıl kitleyi gözardı eden temsilci arayışları da sürmüştü. Seküler, laik ve liberal Müslüman olma iddiasındaki birkaç kişilik marjinal gruplar ve varlıklarını Alman devletinin desteğine bağlamış bazı kişi ve çevreler, Müslümanlara nasıl olmaları gerektiğini dikte etmeye çoktan başlamışlar, siyasi ve idari kademelerdeki bazı yetkililer ise bunu bir üst merhaleye taşıyarak işi tehdide vardırmışlardı. Müslümanların nasıl inanmaları gerektiği, nasıl yaşayacakları, ibadetlerini ve dualarını, dini öğrenimlerini ne şekilde yapacakları, ne yiyip ne içeceklerine kadar belirlenirken, buna uymayanların Almanya için tehlike teşkil edeceği gibi fantaziler üretiliyordu.

Almanya’da Anayasa’nın sağladığı hak ve hürriyetler çerçevesinde herkesin istediği gibi inanma, düşünme ve bunları ifadesi mümkünken, Müslümanlar söz konusu edildiğinde onların ne düşündüğüne bakılmıyor, nasıl düşünmeleri ve yaşamaları gerektiği hususundaki bildik teraneler gündemi kaplıyordu. Dördüncüsü yapılan konferans öncesinde de hava böyleydi. Konferans, hemen hiçbir ciddi meselenin ele alınmadığı, magazin yönü ağır basan bir atmosferde gerçekleşti. Ve tabii yıllardır konuşulan ‘imamların Türkiye’den gelmemesi ve hutbelerin Almanca okunması’nın altlarının kalınca çizilmesi dışında ele gelir hiçbir sonuç çıkmadı. Seehöfer ve ona yamanmak için birbiriyle yarışan birkaç kişiyi de dostlar alışverişte gördü, o kadar.

İSLAMİ KURULUŞLAR NE YAPTI?

Peki, tüm bunlar yaşanırken bizi temsil iddiasındaki kurum ve kuruluşlar ne yaptı? Ne yazık ki bunların üzerine düşeni yaptığını söyleyebilmemiz mümkün değildir. Zaten bunlar üzerlerine düşeni yapabilseydi konu bu noktaya gelmezdi. İslami kuruluşlar, adeta Almanya’nın arzu ettiği şekilde herhangi bir talebi olmayan, rüşveti kelam kabilinden edilecek birkaç güzel söze razı, köktendincilik, şiddet ve terör gibi bildik mevzularda üzerlerine fazla gelinmemesi için sabah akşam dua eden, temsil niyet ve kabiliyetlerini bile yüksek sesle dile getiremeyen zavallıca bir tutum sergiliyorlar. Toplamda yüzlerce camiyi temsil eden kuruluşlar konferansta veya konferans dışında kendilerini, bırakınız yüzlerce cami ve binlerce cemaati, sembolik bir merkezleri dahi bulunmayan iliştirilmiş kişi ve dernekler kadar ortaya atamıyor, ifade edemiyorlar. Bunu sadece karşı tarafın yok veya düşman saymasıyla izah etmek mümkün değildir. İşin arkasında Müslümanların kendi gelecekleriyle ilgili herhangi bir programa sahip olmamaları yatmaktadır.

Kendileriyle ilgili gelecek planları olmayanların akıbetlerinin ne olacağı hususunda tarihte yeteri kadar ibret vesikası mevcuttur.