Merkel’in sığınmacılarla imtihanı

Şefik Kantar

Siyaseti takip edenler geçtiğimiz genel seçimlerde Şansölye Angela Merkel’in en büyük oy kaybının ısrarla savunduğu mülteciler politikasından kaynaklandığını hatırlarlar. Merkel politikasını koalisyon pazarlıklarında ve hükümet programının hazırlanma sürecinde de ısrarla savunmaya devam etti. Hükümet kurulduktan sonra yaşananlar, programda yer alan bazı flu cümlelerin onun mülteciler politikasında radikal değişikliklere gideceğinin işareti olmadığını gösterdi.

Angela Merkel, Almanya’nın izlediği mülteciler politikasının Avrupa’nın ortak politikası haline gelmesi konusunda da ısrarlı ve kararlı. Mülteciler politikası, Avrupa’nın istenmeyen mülteci akınlarından korunmasını ve nerdeyse tüm mültecilerin hedefi görülen Almanya’ya mümkün olduğunca az mültecinin ulaşmasını sağlamayı amaçlıyor. Türkiye ve bazı Afrika ülkeleriyle yapılan geri kabul anlaşmaları bunun önemli bir ayağını oluşturuyor. Merkel’in her vesile ile Türkiye’ye teşekkür etmesini ve nihayet ikinci 3 milyar euroluk yardım paketinin onaylanmasına vesile olan da bu anlaşmanın Almanya’ya sağlayacağı rahatlık.

Almanya, eskiden beri uyguladığı gibi kontrollü ve ihtiyacına göre şekillendireceği bir mülteci alımından yana tavrını her fırsatta gösteriyor. İşsizliğin yüzde üç seviyelerinin altında seyretmesi her an yabancı iş gücüne ihtiyacı gündeme getirebilir. Bu durumda en ekonomik çözüm daha ucuza mal olacak mülteciler ve çocuklarının iş piyasasına kazanılması. Fakat işin siyasi, sosyal ve kültürel yönü gündeme geldiğinde siyasi çekişmeler başlıyor. Kamuoyuna Merkel – Seehofer çatışması şeklinde akseden ve şimdilik krizin ertelenmesiyle sonuçlanan gelişme de böylesi sebeplere dayanıyor.

Daha önce CDU ile CSU arasında yapılan anlaşmayla Avusturya-Almanya sınırında uygulanacak mülteci rejimi konusunda fikir birliğine varılmıştı. Buna göre başka AB ülkelerinde iltica başvurusu yapanların Almanya’ya girişi önlenecek, geri gönderilecek mülteci adayları için transit iade merkezleri oluşturulacak, eğer mültecilerin geldikleri ülkeler geri alma konusunda çekimser kalırsa bu kişiler anlaşmalar dahilinde Avusturya’ya iade edilecekti. Merkel-Seehöfer arasındaki ihtilaf, Seehöfer’in üzerinde anlaşılan transit iade merkezlerinin nazi toplama kamplarını hatırlatır şekilde düzenlenmesi ve mülteci adaylarının iki gün süreyle buralarda tutulduktan sonra geri gönderilmesi noktasında çıktı.

Konunun iktidar ortağı SPD’ye sorulmaması bir yana, uygulanacak bu tür bir politikanın Almanya’nın uluslararası itibarına darbe vuracağı endişesi büyüktü. Her ne kadar ilgili AB bürokratların uygulamanın birliğin prensipleriyle çelişmediği yolunda açıklamaları bulunsa da Alman anayasasına uygunluğu konusunda endişeler söz konusu idi. Muhalefet partilerinin karşı çıkması yanında iktidar ortağı SPD de toplama kampı görüntüsü veren uygulamalara karşı olduğunu deklare edince Federal Alman İç İşleri Bakanı Horst Seehöfer istifa kozunu geri çekmek zorunda kaldı.

Bir çok Avrupa ülkesi bilhassa Akdeniz ülkeleri, mültecilerin açık veya kapalı kamplarda toplanmasını, bu kampların mümkün olduğunca Avrupa sınırlarının dışında kurulmasını arzulamakta. Macaristan ve Avusturya gibi aşırı sağ iktidarların Avrupa Birliği’nin temel prensipleriyle çatışma pahasına sınırlarını adeta duvarlarla koruma almalarına ve sıfır mülteci politikalarına karşın Almanya’nın politikası daha liberal bir çizgideydi. Ancak Angela Merkel, Federal Meclis’te yaptığı konuşmasında, ‘’Türkiye eleştirilebilir ancak Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar için yaptıkları çok büyük bir katkı ve takdiri hak ediyor” demekle beraber Türkiye’nin uyguladığı mülteci yanlısı bir politikayı uygulamak yerine Macaristan Başbakanı Viktor Urban’ın uyguladığı politikaya yaklaşan bir çizgiye yöneldi.

Mültecilerin geriye dönüşü konusunda Türkiye, Avusturya, Yunanistan ve Afrika ülkeleriyle yapılan anlaşmalara büyük önem veren Merkel, mülteci ve göç meselelerinin uluslararası hukuka uygun olarak, dayanışma içinde ve gerçekçi planlarla çözüme ulaştırılması gerektiğini belirtirken ihtilafa düştüğü Seehofer’in hazırlamış olduğu master plana bakacaklarını ve sığınmacılarla ilgili işlemleri daha etkili ve hızlı hale getirmenin yollarını arayacaklarını vurguluyor.

Bu tavır Seehöfer’in başarısız çıkışının CDU/CSU içerisinde yol açması muhtemel tahribatların önünü almaya yönelik bir manevra mı, yoksa bu kriz bahanesiyle gittikçe sağa kayan Avrupa’da şahinlerin dayattığı daha radikal bir mülteciler politikasının mı habercisi, bunu zaman gösterecek. Doğru bildiği prensipleri hayata geçirme konusunda parti menfaatlerini ve politik kariyerini hiçbir zaman ön planda tutmamasıyla bilinen A. Merkel’in aynı kararlı çizgiyi muhafaza edip etmediği de mülteciler politikasındaki tutumuyla belli olacak.