Müslümanlara Alman Ayarı

Şefik Kantar

ABD’nin bir yandan gizli veya açık künyesine ‘islâmî’ etiketi yapıştırılmış terör örgütlerini beslerken diğer taraftan ‘ılımlı İslâm’ gibi kavramlar altında İslâmiyeti ve Müslümanları dönüştürme gayretleri biliniyor.

Avrupa’da ise Haçlı Seferleri’nden bu yana çeşitli aralıklarla devam eden Müslüman karşıtlığının son otuz yılda geldiği nokta, en açık şekli ile topyekûn bir İslâm düşmanlığının hedeflendiğini göstermektedir.

Avrupa’nın öncü gücü, Avrupa Birliği’nin ana aktörü pozisyonu nedeniyle bu konularda en ilgi çekici gelişmeleri Almanya’da müşahede etmekteyiz. Almanya, 11 Eylül saldırılarının ardından aldığı rolü, terör olayları bahanesi ardına sığınarak ülkedeki Müslümanlara karşı her türlü baskıyı uygulamaya sokarak sürdürmektedir.

Almanya’nın Müslümanlara karşı takındığı tutumda, onları geleneksel din anlayışlarından koparıp, kendi arzularına göre şekillenmiş bir İslâm’a yöneltmek önemli yer tutmaktadır. Bazılarınca Alman İslâmı olarak adlandırılan bu anlayış, Müslümanların halihazırdaki din anlayışlarını reddedip, önlerine konan reforme edilmiş, modernleştirilmiş, Avrupa’nın duygu ve düşünce kodlarına göre dizayn edilmiş dejenere bir dini kabule zorlamaya dayanmaktadır. Bunun için tüm Alman kurumları, medya, partiler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları koordineli bir gayret içerisindedirler. Bizler ise, ya umursamazlık ya da çaresizlik rolünü oynamaktayız.

Alman devletince düzenlenen İslâm Konferansı’ndan Yabancılar Konferansı’na, mülteci tartışmalarına, din derslerinin Almanca verilmesine, Almanca hutbe ve vaaz dayatmalarına, başörtü konusunda izlenen politikalara, Türkiye düşmanlığına, DİTİB’e ve diğer dinî kuruluşlara karşı saldırılara, Türkçe medyanın yok edilmesine, çocuklarımızın rüyalarını dahi Almanca görmelerine kadar gündemimizi meşgul eden sayısız başlıkta ele alınabilecek konuların ortak nihâi hedefi aynıdır: Asimilasyon. Bunu gerçekleştirmek için iki önemli engel vardır; dil ve din. Yıllardır uygulanan politikalarla dilimiz Türkçe ölüme mahkum edildi; dinimizle de oynamak suretiyle şahsiyetsiz ‘birey’ haline gelmemizin önündeki son engel yok edilmek, kültürel kodlarımız tamamiyle tahrip edilmek isteniyor.

Hakim kültürün güçlü müesseseleri tarafından ülkede yaşayan Müslüman topluluklar içinden devşirilen kişiler, bu gayeye ulaşmakta önemli aktörler durumundadırlar. Aile yapısının bozulmasının bu işte önemli bir yeri olduğu bilindiğinden kadınlar eliyle ve kadınlar üzerinden yapılacak çalışmalara azamî destek verilmektedir. Necla Keltek, Serap Çileli, Lamya Kaddor, Seyran Ateş, Lale Akgün gibi yabancı kökenli isimlere sağlanan devlet ve medya desteği boşuna değildir. Bunlar ve benzerlerinin yabancılar, özellikle Müslümanlar aleyhindeki her karar ve eylem platformunda bir rollerinin olması tesadüf değildir.

Mübarek Ramazan ayına denk gelecek şekilde sahnelenen iki garip hadise de aynı planın parçalarından ibarettir. Bunlardan birisi; Berlin’de, Seyran Ateş önderliğinde protestan kilisesince sağlanan imkanlarla açılan sözde cami ve burada dini değerlerle alay edilircesine yapılan şaklabanlıklardır. Diğeri ise; Köln’de, kendilerini liberal Müslüman olarak tanıtan ve tüm Alman parti, grup ve kurumlarınca desteklenen bir grubun güya İslâmi teröre karşı düzenlediği gösteridir.

Her iki eylemin ardından belli odaklar Müslümanları inanç ve fikir hürriyetinin sınırlarını zorlar biçimde baskı altına almaya yönelmiş, Köln’deki gösteriye katılmayanlar ve Berlin’deki sözde camiyi benimsemeyenler adeta suçlu ilan edilmiştir. Bu bağlamda, Kuzen Ren Vestfalya (NRW) Eyaleti’nin gösteriye katılmadığı gerekçesiyle DİTİB ile işbirliğini keseceği yolundaki haberler (Bild), eğer doğru ise büyük bir skandaldır.

İkide bir karşımıza Avrupa’nın temel değerleri, fikir ve inanç hürriyeti gibi kavramlarla çıkan Alman dostlarımıza, dayatmalarla yaptırılmak istenen gösterilerin demokratik kültürle, kurgularla oluşturulmak istenen sun’i inanç sistemlerinin evrensel din anlayışıyla uyuşmayacağını anlatmak da bu saatten sonra bize düşecek herhalde.