Türkiye-AB ilişkileri son aylarda oldukça gergin bir hal almış durumda. Mülteci anlaşması, sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısı, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sergilenen tavırlar, darbe karşıtı mitinglerin engellenme çabaları, bölücü ve diğer terör örgütlere yönelik tutumlar, İncirlik üssü sürtüşmeleri, İstanbul’daki Alman lisesi mevzusu, AB’li siyasilerin Türkiye’de karşılanma ve yol edilme biçimleri, Türk hükümet temsilcilerine yönelik AB ülkelerindeki tahammülsüzlük ve konuşma yasağı talepleri, DİTİB, Türk Sivil Toplum Örgütleri, imamlar, Türkçe öğretmenleri ve başkonsolosluklar üzerinden Türk Devletine ince ve ayarlı mesajların verilmesi vs. ilişkilerin git gide kızıştığına işaret etmektedir.
Türkiye artık eskisi gibi içine kapalı bir ülkeden dışa açılan bir devlet haline gelmiştir. Klasik emperyal güçler bu durumdan hiç de memnun olmamaktadır. Bu sebeple Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika’da, Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve hatta Latin Amerika’da artık rekabet yaşanmaktadır. Gelecekte Türkiye üzerinden ve Türkiye’nin kontrolü altında bulunacak bölgelerden geçecek olan enerji ve tabi kaynaklar hatları, yıllardır pastadan payını almaya alışmış çevrelerin rahatını bozmaktadır. Küresel sistem ile ulusal güçlerin içinde bulunduğu mücadele alışık olduğumuz ulus ötesi yapıların değişebileceğine işaret etmektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yerleştirilen düzenin ekseni kaymaya çoktan başlamıştır. Silah sanayisindeki rekor satışlar ve hükümetlerin gıda stoklama çağrıları iyiye işaret etmemektedir. ABD Başkanı Trump, Rusya Lideri Putin, Türkiye Devlet Başkanı Erdoğan ve bu üçlüye katılan birçok lider mevcut sistemi modernleştirmek için medyayı, sermayeyi ve gücü elinde bulunduran yapılara karşı var gücüyle mücadele etmektedir. Bu üçlü son zamanlarda çok yönlü baskılar ile mücadele etmeye mecbur bırakılmaktadır. „Söz dinlemeyen yaramazlar” ekonomik, medya, siyaset, bürokrasi, güvenlik (istihbarat) ve toplumsal protesto yoluyla hizaya getirilmek istenmektedir.
Alman Dış Siyaset sitesi “german-foreign-policy” (GFP) 2013’de yaptığı bir haberde Türkiye’nin Ortadoğu, Yakındoğu ve Afrika’da güçlenmesinin tehdit olarak algılandığına yer vermiştir. Haberde bu nedenden dolayı AB, NATO ve diğer Batı Dünyasını temsil eden uluslararası örgüt ve teşkilatların Türkiye’yi kendine daha sıkı bağlamayı ve işbirliğini daha da genişletmeyi planladıklarının altı çizilmiştir. Eski Federal Alman Parlamentosu Dışişleri Komisyon Başkanı Ruprecht Polenz (CDU) Türkiye’ye karşı daha ılımlı davranılması gerektiğini ve yeni bir açılım yapılması gerektiğini savunmuştur. Nedenleri ise şu şekilde sıralanmıştır: „Türkiye gün geçtikçe güçlenmektedir ve dışişlerinde potansiyel kurmayı başarmıştır. Bu potansiyelle Türkiye’nin bağımsız ve Alman-Avrupa çıkarlarına karşı bir ortadoğu siyaseti yürütmesi uzak değildir. Berlin’in ve Brüksel’in bunu AB’nin Türkiye siyasetini değiştirerek engellemesi gerekmektedir. Gün geçtikçe Almanya’nın ve AB’nin Türkiye’ye karşı yaptırım gücü azalmaktadır.”
GFP, AB’nin Türkiye ile ticari ortaklığının özellikle Arap ve Afrika ülkeleri ile yapılan anlaşmalardan dolayı yara aldığını ve gittikçe azaldığını bildirmiştir. Analize göre AB, Türkiye ile işbirliğini sadece kendi pozisyonunu güçlendirmek için değil, Türkiye’yi uzun vadeli olarak Batı Dünyasına bağlamak için önemsemesi gerektiği söylenmekte ve „Türkiye’nin Batı Dünyası ile uzun vadeli beraberliği artık garanti değildir”, denmektedir.
AB-Komiseri Günther Oettinger (CDU) bunu 2013 yılında çok ağır bir şekilde dile getirmiştir ve “İddia ediyorum ki, günün birinde Almanya, Fransa ve diğer AB ülkeleri dizleri üstünde Türkiye’ye AB’ye girmesi için yalvaracaklardır” diye konuşmuştur. Ruprecht Polenz sözlerinde bu kadar ileri gitmese bile şöyle demektedir: „Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Avrupa’nın çıkarlarına karşı hareket eden bir Türkiye problemlerimizi daha da artıracaktır.”
Birçok AB ülkesinin Türkiye ile olan ticari ilişkileri şuan tehlikeye girmiştir: 2007 de Türk ihracatının % 56’sı, AB’ye gitmekteyken, 2012 de bu oran % 40’a gerilemiştir. Aynı zaman içerisinde Türkiye’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya olan ihracatı % 18’den % 34’e tırmanmıştır. İngiltere’nin başını çektiği Birleşik Krallık AB’den (Brexit) ayrılmıştır. Fransa, Hollanda, Macaristan gibi ülkelerdeki AB karşıtları da bu yoldan gideceklerini beyan etmişlerdir.
Ruprecht Polenz, AB’nin Türkiye’yi imtiyazlı ortaklık ile oyalamasını mantıksız bulmaktadır. Türkiye’nin genişleyen bağımsızlığı ve tek başına hareket etmesinden dolayı Polenz, Türkiye’nin gerçekten AB’ye alınmasının düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Bu konu Ruprecht Polenz’e göre artık gerçekten ucu açık bir süreç olmaya başlamıştır ve gün geçtikçe AB’nin onayı ve iyi niyetine bağlı olmaktan çıkmıştır. Batılı siyasiler Türkiye’nin gün geçtikçe güçlenmesini, bağımsızlaşmasını ve millileşmesini kontrol kaybı olarak değerlendirmektedir. Kendisi ile görüşme fırsatı bulduğum bir yetkili konuyu şu şekilde mülahaza etmektedir: „Türkiye’yi elinden kaçırmak istemeyenler, Türkiye’yi tamamıyla kontrol altına almak isteyenler ve onların zavallı maşaları, Gezi olayları, Soma faciası sonrasında yaşanan gelişmeler gibi kitlesel protestolar ve 17/25 Aralık, 15 Temmuz gibi darbe girişimleri ile Türkiye’yi dizginlemek istemektedirler. 17 Nisan sabahı itibari ile artık bütün insan hakları değerlerini hiçe sayan darbe sevicilere ve çıkarları uğurlarına herşeyi ama herşeyi göze almış olan demokrasi istismarcılarına DUR denilecektir.” Avrupa ve Almanya’da ki birçok Türk insanı ve kurumlarına saldırılar bu yönden de değerlendirilebilir. Rekabat içerisinde çıkarlar çatışmasındaki bu büyük fotoğraf gözden kaçmamalıdır.