Yasin Baş (Siyaset ve Tarih Bilimcisi)
Çocukluk arkadaşlıkları insan hayatında önemli yer alır. Hele hele bu arkadaşlıklar ömür boyu sürdüğünde daha başkadır. Arkadaşlıktan da öte kardeşliğin hakîm olduğu böyle bir yakın dost ile dört günlüğüne Saraybosna’ya seyahat etme fırsatı bulduk. Haftada en az dört defa Köln’den Saraybosna Uluslararası Havalimanına gayet hesaplı bir şekilde ulaşım imkanı mevcut. Yaklaşık bir-bir buçuk saat içinde Bosna-Hersek’tesiniz. Dostumun Boşnak kökenli olması, dilini, kültürünü ve tarihini muhafaza etmiş olması Bosna’da iletişim sorunu yaşamamamıza da vesile oldu. Ayrıca Boşnakların büyük bir kısmı İngilizceyi de çok rahat konuşabiliyor. Çocukken Bosna-Hersek’in Osmanlı İmparatorluğu içinde olduğunu duymuştum büyüklerimden.
Avrupa’nın Kudüsü’nden Seyahat Notları
90’lı yıllarda evimize gelen Türkiye ve Tercüman Gazetelerinin kupon ile verdiği tarih kitaplarında yer alan haritalarda Osmanlı toprağı olan Bosna’yı görmüştüm. 1463 yılında Osmanlı idaresi altına geçen Bosna-Hersek 1878’de Osmanlı’yı paylaşmak için zamanın sömürgeci güçlerince
düzenlenen Berlin Kongresine kadar İmparatorluğunun bir parçası olarak kaldı. Masa başında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kontrolüne geçen Bosna-Hersek, Birinci Dünya Savaşından sonra Yugoslavya Krallığına dahil oldu. Bosna İkinci Dünya Savaşı’ndan Komünizmin çöküşüne kadar ise Yugoslavya devletinin bir parçası haline geldi. Yugoslavya’nın dağılması sonrasında çıkan istiklal mücadeleleri sonrasında Bosna-Hersek’te 1992’de bağımsızlığını ilan etti.
1992-1995 yılları arasında televizyonlar sürekli Bosna’da ki savaştan bahsediyordu. O zamanlar henüz 10 yaşındaydım. Savaşın başladığını ilk olarak 1992 baharında araba ile Türkiye’ye izine giden ‘’gurbetçilerimizden’’, eş, dost ve tanıdıklardan öğrenmiştim. O 92 yılında Samsun-Terme’den Osnabrück’e bir tır şöförü gelmişti. Kendisi Almanya’ya mal getirmiş ve birkaç gün Osnabrück’de yaşayan akrabalarımızda kalmıştı. Anavatana geri dönüşte ise sadece Türk olduğu için Yugoslavya’da Sırp askerleri tarafından başka Türk tır şoförleri ile kurşuna dizilmişti.
Olay hem ikamet ettiğimiz Samsun/Terme’de, hem de Osnabrück’de büyük yankı uyandırmıştı. İsmini hatırlamadığım o bıyıklı amcanın katledildiği ve kanlar içinde yerde yatan o fotoğrafları Stern ve Spiegel dergilerinde çıkmıştı. O sayfaları yırtıp, Terme’de yaşayan o tır şoförünün hanımına ulaştırmıştık o zaman. Savaş daha üç yıl sürmüştü. Evet, o yıllarda yaklaşık 200.000 Müslüman Boşnak dininden ve kültürel değerlerinden dolayı katledildi. Sırplar Boşnak Müslümanları ‘’Türk’’ diye adlandırıyorlardı. İyi hatırlıyorum, Alman televizyon muhabirlerine röportaj veren Sırp askerleri Osmanlı’dan öç aldıklarını söylüyorlardı. Türk nefreti Müslüman ve İslam düşmanlığına karışmıştı.
8 binden fazla Boşnak erkeğin vahşi şekilde soykırıma uğraması
Maalesef Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen ilk soykırımdı bu yaşanan. Hatta Srebrenitsa’da 8 binden fazla Boşnak erkeğin ve erkek çocuğun vahşi şekilde soykırıma uğraması esnasında Sırp General Ratko Mladić ile Birleşmiş Milletlerin Hollanda’lı komutanı Ton Karremans’ın kadeh tokuşturduğu o fotoğraf hala gözümün önünden hiç gitmiyor. O yıllarda cami derneklerimiz de Bosna-Hersek’e yardım kampanyaları başlatmışlardı. Bosna için şiir ve anma geceleri yapılıyordu. 10 yaşımda Feyzullah Koç’un ‘’Bosnaya Ağıt’’ını ezberlemiş ve yılbaşı gecesi Melle DİTİB Mimar Sinan Camiinde okumuştum. Hatırladığım bölümleri şöyle idi:
”Kazıklı Voyvoda Sırpın Atası
Nedendir Bu Vahşet Adı Batası
Osmanlı Etmedi Bumu Hatası,
Vicdanlar Kanıyor Bosna Yanıyor”
Evet. O günlerden bu güne 24 yıl geçti. Ve ilk defa haberlerden, tarih kitaplarından ve büyüklerimden duyduğum ve hayallerimde gerçekleştirdiğim Bosna’yı Emil kardeşimle birlikte ziyaret etmek nasip oldu.
Daha uçaktan inmeden yanımızda duran Türk Hava Yolları uçağını gördüğümde, havalimanına giriş yaptığımızda bilgilendirme ekranlarında ki Anadolu Ajansı’nın logosu ile değişik dillerde ki haberlerini gördüğümde ve havalimanında bulunan diğer Türk firmalarının reklamlarına rastladığımda kendimi bir an Türkiye’nin bir kentinde gibi hissettim. Havalimanı fazla büyük değildi. Gün içerisinde çok az sefer düzenleniyordu. Otobüs ile şehir merkezine yaklaşık 20 dakika içinde vardık.
Tam Saraybosna şehir merkezinde bulunan tarihi Ali Paşa Camii önünde indik. Gözüme ilk çarpan görkemli tarihi binalar ve çok sayıda bankalar oldu. Pansiyonumuza geçerken tabii her köşede bulunan ‘’pekara’’ ismi verilen geleneksel börekçiler de gözümden kaçmadı. Burada börek çeşitlerinin yanı sıra birçok değişik hamur işi ürünleri de mevcut tabi. Pansiyonumuzun sahibi Aida Hanım bizi lezzetli bir kahvaltı ile karşıladı. Biraz istirahat ettikten sonra tarihi Başçarşı güzergahında bulunan Ferhadija Caddesi’ne doğru yola çıktık.
İlk gözümüze çarpan Bosna savaşında öldürülen ‘’Çocuklar Anıtı’’ oldu. Bir Ova’da bulunan Saraybosna yüksek tepe ve dağların arasında bulunuyor. Sırp birlikleri tepeleri tutup şehri 3,5 yıl abluka ve bombardıman altına almış. Bu esnada sadece başkentte 1600’ü çocuk 12.000 insan katledilmiş. 700.000 bin nüfusu olan şehrin birçok merkezi yerinde, hatta parklarda bile mezar taşları ve mezarlıklar bulunuyor. Taşlarının çoğunun üstünde ki ölüm tarihlerinin 1992-1995 yılları arasında olması insanda karamsar bir duyguya neden oluyor.
Savaş sırasında, ölüme sebep olan havan toplarının düştüğü ve insanların ölümüne vesile olduğu yerlerde bulunan oyuklar yumuşak bir dolgu malzemesi ile doldurularak kırmızı renk ile işaretlenmiş. O noktalarda akan kanı temsil eden ‘’Saraybosna Güllerine’’ şehrin birçok yerinde rastlamak mümkün.
Kardeşim Emil, Ferhadija Caddesinde nesiller boyunca ayakkabı boyacılığı yapan son kişinin 2015 yılında vefat ettiğini ve ondan sonra bu işi artık kimsenin devam ettirmediğini söyledi. Yani Saraybosna sokaklarında artık görünür bir ayakkabı boyacısı yok. Vefat eden ayyakkabı boyacısının biraz ilerisinde Mareşal Tito Caddesi ile Ferhadija caddesinin köşesinde bulunan ve sürekli yanmakta olan ‘’Ebedi Ateş Anıtı’’ önünde ilk hatıra fotoğrafımızı çektirdik. Anıt Nisan 1946’da, 2. Dünya savaşında Saraybosna’da hayatını kaybetmiş asker ve sivillerin anısını yaşatmak amacıyla yapılmış. Ateş 7 gün 24 saat yanıyor.
Saraybosna’da Türkiye İzleri
Saraybosna şehir merkezinde restore edilmiş birçok yapıda küçük levhalar üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve örneğin Konya gibi Bursa gibi Büyükşehir Belediyelerinin logoları bulunmakta. Özellikle tarihi eser, eski han ve camilerin yeniden inşaasında Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük pay sahibi olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Örneğin park ve cami avlularında bulunan oturma banklarında Türkiye’nin değişik belediyelerinin isimleri yazıyor. Hatta kentteki otobüs ve tranvayların bir kısmında bile hala ‘’İstanbul Büyükşehir Belediyesi’’ yazıyor. Bu bile kendinizi Türkiye’de gibi hissetmenize yetiyor.
Eski Ankara’yı andıran dar sokaklar, alçak binalar, el sanatçıları, kitapçılar, hediyelik eşya satanlar, baklavacılar, kuruyemiş ve lokumcular, esnaf lokantalarının, çay ve kahvehanelerin bulunduğu Başçarşı merkezi’nde de Türkiye izleri oldukça fazla. Girişte Türkiye Cumhuriyeti Saraybosna Büyükelçiliği’nin Tanıtım Müşavirliği bulunuyor. Kapının önünde dalgalanan ay-yıldızlı Bayrağımız kentte dalgalanan tek Türk bayrağı değil. Birçok cami minaresi üzerinde, evlerin camlarında ve tarihi eserlerin yanında üç hilalli bayraklar, yeşil ay yıldızlı eski Bosna Bayrağı ve tabi ki kendi al bayrağımızı görünce duyugulanmamak mümkün değil.
Başçarsı’nın giriş kısmında yer alan çeşme (‘’Sebil’’), şehrin simge yapılarından biri. 1753 yılında Mehmet Paşa tarafından, taş ve ahşaptan inşa ettirilen bu çeşme harika bir Osmanlı eseri. Şehrin buluşma noktası olan Sebil ve çevresi oturup dinlenmek, bir şeyler içmek için ideal bir yer.
Dikkatimi çeken, Bosna’da çay kültürünün Türkiye’de ki kadar gelişmemiş olması. Saraybosna’da daha çok Türk kahvesi meşhur. Neredyse her köşede kahve içmek için bir imkan bulunuyor. Türk kavramları da Boşnakça ile karışmış. Alfabede ‘’J’’ harfi ‘’Y’’ okunuyor. ‘’Ç’’ ise ters şekilde yazılıyor. Başçarşının o kalabalık sokaklarında sağımdan ve solumdan Türkçe konuşarak geçen insanları duyduğumda kendimi öz vatanımdaymışım gibi hissettim. Türkiye, Osmanlı ve İslam hakkında onlarca kitabın satıldığı kitapçılar, Konya Selçuklu Belediyesi tarafından finanse edilen ‘’Saraybosna Mevlevihanesi’’, Türkçe ‘’Türk çayı bulunur’’ afişlerinin asılı olduğu çay ocakları, ‘’Osmanlı Pide’’ Restoran’ları, Eski Galatasaray ve Sarıyer futbol takımlarında top koşturmuş olan Tarık Hodžić’in ‘’Galatasaray’’ köftecisi vs. Saraybosna’nın doğal bir kardeş kent olduğunu kanıtlıyor adeta.
Köfteci demişken, Bosna’da köfteye ‘’ćevapćići’’ diyorlar. Köfteler parmak gibi, daha uzun ve ince. Yemek fiyatları gayet uygun, porsiyonlar büyük ve doyurucu. Bosna-Hersek’te para birimi KM (Konvertible Mark). Bir Avro yaklaşık iki Mark ediyor. Eskiden şehrin Alış veriş merkezi olan ‘’Skenderija’’ (İskanderiye) kapalı alanında ise artık bir gelinlik ve giyim mağzası haricinde sadece ayakkabı ve spor giyim mağzaları bulunduruyor. Hayatımda bu kadar çok ayakkabıcının yan yana olduğunu görmedim. Kendimi sanki Belçika’nın Anvers (Antwerp) kentinde gibi hissetim. Orada da kilometrelerce ve çoğunun sahibi Musevi olan kuyumcu büfeleri birbirini izliyordu.
Arap Sermayesi de artık Bosna’da
Savaş sonrasında Suud-i Arabistan’ın ve değişik Arap ülkelerinin de yatırımları görülmüyor değil. Al-Jazeera Haber Televizyonunun Avrupa Merkezi’nin de içinde bulunduğu şehrin en görkemli AVM’si Arap sermayesi tarafından inşaa edilmiş. Burada artık Türkiye’nin de her yerini işgal etmiş olan dünyaca ünlü markaların satıldığı mağzalar bulunuyor. Ayrıca Havaalanına giden güzergah üzerinde Suud-Vahabi mimarisi ile yeni bir görkemli cami de inşa edilmiş. Suud’lar şehrin en lüks yerlerinde yeni bir yerleşim alanı inşa ediyorlar şuan. Bu alanın maketi AVM’de bulunan emlak şirketlerince sergileniyor.
Dikkatimi çeken diğer bir konu da ABD ve Almanya’nın Bosna’ya verdiği önem. Alman Goethe-Enstitüsü ve Alman Kalkınma Ajansı’nın büroları şehrin göbeğinde. ABD büyükelçiliği ve bazı güvenlik şirketlerinin karanlık, metrelerce tel örgüler ve kat kat yüksek kapılar ile muhafaza edildiği insannın gözünden kaçmıyor.
Kovaći Şehitliği
Boşnakların ve aynı zamanda Avrupa’lı Müslümanların özgürlüğünün en önemli temsilcilerinden Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Alija İzzetbegović’in kabrinin de bulunduğu Kovaći Şehitliği’ni ziyaret edip şehitlere en azından bir Fatiha okumadan dönmek hiç olur mu? Savaştan önce çocuk parkı olan Kovaći Şehitliği, Başçarşı meydanından yaklaşık 5-10 dakikalık bir yokuşu çıktıktan sonra sayıları binleri bulan, uzun, ince beyaz mezar taşları ile dikkat çekiyor. Hatta oraya doğru giderken üzerinden geçtiğiniz restore edilmiş kaldırım taşlarının büyük bir bölümünün Osmanlı İmparatorluğundan kalma taşlar olduğu zikrediliyor.
Alija İzzetbegović vefatı öncesinde yaptığı vasiyette şöyle dediği rivayet ediliyor: ‘’Öldüğümde Osmanlı askerleriyle, Bosna şehitleriyle yan yana yatmak istiyorum. Benim yanım onların yanıdır. Beni ayrı bir yere defnetmeyin, zira benim ziyaretime gelenler onlardan da dualarını esirgemesin, mahzun kalmasınlar.’’ Özgürlüğünden taviz vermeyen ve aynı zamanda değişik dinlerin daima bir arada yaşayabilmesi gerektiğini vurgulayan barış ve hoşgörünün simgesi (Bilge Kral) olan Alija İzzetbegović’in kabri, hilal şeklindeki bir havuzun ortasında bir yıldızı simgeliyor. Ve bu havuzdan diğer mezarlara akan sular, altından ırmaklar akan cennetleri andırıyor.
„Avrupa’nın Kudüsü”
Saraybosna’da ki camiler ise başlı başına huzur ve güç veren bir görüntü sergiliyor. Kardeşim Emil ile Cuma Namazını Ali Paşa Cami’de eda etmek nasip oldu. Cami, Bosnalı Sancak Beyi Hadım Ali Paşa’nın bağışlarıyla 1560 yılında inşa edilmiş. Yağmur yağıyordu. Cuma namazından yaklaşık bir saat önce camide olmamıza rağmen içerisi dolup taşmıştı. Sonunda dışarıda üstü kapalı avluda yer bulabildik. İnsanlar akın akın geliyorlardı. Avluda da yer kalmayınca, sonradan gelenler yağmurun altında kaldı, büyük bir kısım da ayakta namaz kılmak mecburiyetinde kaldı. İmam’ın vaazını tabi anlamadım. Ancak sesinin ritmi ve tonu bir Türk hocasının tıpa tıp aynısıydı sanki. Ayetleri okuma şekli, konuları telafuz ve vurgulama şekli beni yine Türkiye’ye götürdü. Orada sanki küçük bir umre yapmış gibi hissettim kendimi. Osmanlı torunu olduğum, orada ki Boşnaklar ile kardeş olduğum ve o insanlar ile eşit bir kişi olduğum için değişik ve güzel duygular yaşadım.
Saraybosna’da ezan sesleri tıpkı Türkiye’de ki gibi. Özellikle şehir merkezinde ve Başçarşı meydanında üç caminin yan yana olması ve üç ezan sesinin kısa aralıklar ile karşılıklı okunması yine alıyor sizi Türkiye’ye götürüyor. İbadethanelerimizin mimarisi zaten tipik Osmanlı mimarisi özelliğini taşıyor. Sanki Mimar Sinan’ın el izi, daha doğrusu imzası bulunuyor camilerin hepsinde. Yine şehir merkezinin içinde 1537 yılında kurulan ve o tarihten itibaren eğitimine ara vermeden devam eden Kurşunlu Medresesini ziyaret etmek mümkün. Aynı zamanda Bey Camisi olarak da bilinin ve şehrin en güzel Mimar Sinan eserlerinden olan Gazi Hüsrev Bey Cami de görülmesi gereken önemli mağbetlerden biri. Avlusunda görkemli bir şadırvan ve Osmanlı kabirleri bulunduran cami, 1531′de Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından inşa ettirilimiş. Saraybosna’da camilerin yanı sıra birçok kilise ve havra da bulunuyor. Başçarşı merkezinde ve oraya yürüme mesafesinde bulunan Katolik Katedrali, Ortodoks kiliseleri ve Musevi sinagogu var. Asırlarca çeşitli dinlerin merkezi ve barış içinde yaşadıkları bir kent olan Saraybosna bu yüzden ‘’Avrupa’nın Kudüs’ü’’ diye de adlandırılıyor.
Türkiye ve Osmanlı’yı Avrupa’da yaşamak
Avrupa’nın ortasında ki ‘’Küçük Türkiye’yi’’, daha doğrusu ‘’Küçük Osmanlı’yı’’ geride bırakarak havaalanına doğru yola çıktığımızda, savaştan kalan binalarda o mermi izlerini gördüğümde Türkiye’nin varlığına şükür ettim. Türkiye’miz Bosna’yı yanlız bırakmamış. İnsanımız ve devletimiz, neredeyse tamamen yerle bir olan o kente yeniden hayat vermiş. Her yeri yeniden inşa ederek eski haline kavuşturmuş. Bosna halkı belki de bu yüzden Türkiye’yi ve Türk insanını çok seviyor. Bosna-Hersek’i ve başkent Saraybosna’yı görmenizi çok isterim. Kuzey Almanya’dan uçakla sadece bir-bir buçuk saat, Güney Almanya’dan ise bir saat bile uzak olmayan bu Balkan incisini görmeniz ve yaşamanız, Türkiye’yi ve Osmanlı’yı Avrupa’da yaşamanız anlamına geliyor.
Beni etkileyen en önemli kare
Almanya’ya geri döndüğümde en çok aklımda kalan karenin veya olayın ne olduğunu düşündüm. Ferhadija Caddesinde bulunan modern bir kitapçıda gördüğüm manzara hala beni çok duygulandırdı. Etkisini hala üzerimde hissediyorum. Kitapçıda her çeşit kitap bulunuyordu. İçerideki kitap rafları normal olarak ve estetik anlamda hep aynı uzunluktaydı. Ancak bir rafta bu değişikti. O raf daha yüksekti. En üste ise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in değişik edisyonları bulunuyordu. Bu manzara benim için Bosna seyahatının en anlamlı ve en manalı karesiydi.