Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
Babacığım,
bir Ağustos sabahı doktor kayıtlarından daha erken dünyaya geldiğimi ve oksijen çadırına alınmadan apartopar bir naylon poşet içinde taburcu edildiğimi öğrendiğinde kuşkusuz çok üzüldün. Ankara ‚da Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı ’nda askerliğini yaparken sen, ben gözlerim çapaklı ölümü bekledim.
Doğum haberimin Akşam İçtiması tamamlandıktan sonra sana ulaştırıldığını sesi titreyerek anlattı annem bana. Ankara ‚da hava kararmamıştı. Aldığın haberle içine çöken karanlığın telefon kabininden çıkarçıkmaz sevince dönüşmesini kamuflaj kepini havaya fırlatarak gösterirken sen, ben anlatılanları henüz Ezan okunmayan kulağımla işitip seninle övündüm.
Ankara ’nın insan sağlığını tehdit eden kükürt kokulu kirli havasına direndim, ölmedim Baba. Seninle övünmeye devam etmek istedim. Senin de bana rağmen her fırsatta sevincini göstermeni. Babacığım, bana beslediğin sevginin yüreğinde masmavi bir gökyüzü kadar büyük, gülüşünün ise bana yakın bir güneş kadar parlak kalmasını diliyorum.
Annemin, ben daha dört yaşımdayken yağmurlu bir Nisan günü desteğine çok ihtiyacım varken gittiğinde, korkmadım. Ama sen gidersen korkarım Baba. Gitme, bana göremediğim hayatın renklerini tarif edersin. Sen gitme, yanımda kal Baba. Yağmurdan, gök gürültüsünden korktuğumda elimden tutarsın. Normalden farklı olmayı ben istemedim, bağışla beni.
Sevgili Oğlum,
yıllardır hayata dair hayallerimin peşinde iki ülke, iki kültür arasında yorulmadan aralıksız koşan bir insanım. Mola verdiğim bir günde senin doğumuna üzülmek de varmış. Normalden farklı olmayı, doğuştan görme engelli olmayı kim ister? Seni anlıyorum.
Sana denizin maviliğini, yaprağın yeşilini tarif etmekte zorlanacağım belki. Belki bir başka hayat daha var, orada gökkuşağının göz kamaştıran yedi rengi görünür derken, sesim titreyecek. Epilepsi nöbeti geçirirken sen, hayatımız sürekli kesintiye uğrayacak. Normal bir çalışma hayatından, normal bir sosyal hayattan uzak kalacağız. Bize acıyanlar olacak, bizden bu nedenle uzaklaşanlar da. Hastalığının bulaşıcı olduğu anlatılacak, belki. Arkadaşlıklarımız, hatta akrabalıklarımız korkarım zarar görecek, üzüleceğiz. Arabasına bindirmeyen, oturduğun sandalyeyi kullanmayan, hatta Bayram günlerinde başını okşayıp, öpmeyen, koklamayan yakınların bulunacak. Belki hayata dair umutlarımız azalacak. Bu kadar geniş bir alanda ve bu kadar kalabalık bir insan topluluğu içinde kendine bir karış yer ayırmaya çabalarken sen, ben gözyaşlarımı içime akıtarak kendimi sorgulayacağım.
Bir hayalin varsa peşini bırakmamalısın, diyeceğim kendime. Umudunu kaybetmek sana yakışmaz. Bugüne kadar hep kendine yakışanı yaptın. Bugünden sonra da kendine yakışanı yapmalısın. Şimdi tam zamanıdır, cümleleri içinde teselli bulacağım.
Bu tarifi imkansız duygularla sonuna kadar mücadele etmeye kararlıyım. Söz veriyorum kaygılandığım, karamsarlığa kapıldığım zamanlarda “Baba olmak ne zor şeymiş meğer “ deyip geçmeye. Gök gürleyince yanında, yakınında olacağıma da söz veriyorum. Doğumunda yanında bulunamadığım için asıl sen beni bağışla.
Hıdır Can
(Bielefeld 13 Aralık 2020, Pazar)