Sivil Toplum Kuruluşluğundan Sadece Ticaret Kuruluşluğuna evrilen STK’larımız…

Reklamı olumlu karşılayan gazeteci yazar Muhsin Ceylan…
Muhsin Ceylan

Sivil toplum kuruluşlarıyla hep amatör yani ücretsiz fahri çalışmalar içinde olduk. Her zaman sivil örgütleri önemsedik, destekledik ve gelişmesi için katkıda bulunmaya gayret ettik. Bugün de, birçok derneğimizin yönetimlerinde çalışmalara katkı sağlamaya çalışanlardanız. 

REFERANS’ın kapak konusunun Almanya’daki sivil toplum örgütlerimiz olduğunu kararlaştıran idare, bu konuda bir yazı isteyince; 1981 yılından bu yana STK’larımızın yapıp etttiklerinin şahitliğini yaşayan biri olarak, söylenecek çoook ama çoook sözün olduğunu tesbit ettitim. STK’larımızın asli yerli STK’lar örnekliğinde kurumsal gelişimi ve sağlıklı yapılanmaları için gerekli adımların atılması yerine ne yazıkki, yıllardır sadece konuşuluyor. İcraatın başına gelenler, teşkilatlarının kuruluş gayelerinin aksine zamana ve mekana uyumlu hale gelmek yerine, ticarethaneye dönüşmeyi ilke ve ülkü haline getirdiler. Almanya’daki sivil toplum kuruluşlarımızın mevcut yapıları, sorunları ve onları gelecekte bekleyen tehlikeleri konuşanları ciddiye almadı, almıyor. Kafa konforunu bozanlarımız, toplumda doğruluğu yanlışlığı hiç sorgulanmadan hemen kabul gören; ya ‘hain’ ya da ‘ajan’ oldular! Genel merkezler, bu yolla kendilerinden rahatsız oldukları ‘kontrolsüz’lerden rahatça kurtuluverdiler. Oysaki o ‘atık’ muamelesi yapılanlar, teşkilatları adına daha iyiye daha güzele ulaşmak istiyorlardı…    

Almanya merkezli Avrupa’da hayatın her geçen gün daha da zorlaştığı bir süreçte sivil toplum gönüllülerine hava su gibi muhtaçtır ahali. Ama biz o gönüllüleri hovardaca harcamayı tercih ediyoruz. Daha çok kendini “İslami” olarak konumlandıran STK’lar konumuz olduğundan, mahallede kalacağız. Bilmeyenimiz yoktur; Almanya dernekler ülkesi. Yani organize olmuş. Bu sivil toplum kuruluşu derneklerin yoğun faal olduğu başlıca alanlar ise; spor, sosyal, politika, ticaret,  gençlik kulüpleri, müzik, aile, hayvanları koruma, sanat ve  sanatçılar… 

Almanya’nın yeni yerlileri  haline gelmiş olan göçmen asıllı bizlerin de sivil toplum kuruluşları (STK) yani derneklerimiz var. Yeni vatana göçün ilk yıllarından başlayan bu bodrum katlarda cami dernekçiliğinde mekanlar ve faaliyet alanlarımız değişti. Göçmen dernekleri mahalli bazda fahri olarak çalışan insanlarımızın omuzlarında yaşıyor, faaliyetlerini yapmaya çalışıyor. Derneklerimiz ister mahalli ister eyalet isterse federal bazda çalışsın, hemen hemen istisnasız hepsi uyum alanı eksenli. Aile-veliler birlikleri de eğitim alanındaki problemlerin çözümlerine katkı sağlamaya çalışıyor. Derneklerimiz, ne asli yerli toplum ne de ülke politik aklı tarafından hala layık olduğu ilgiyi göremiyor. Onların  muhatabları ise, maddi kaynak destekleriyle arzuladıklarını  söylettikleri adı büyük tabela dernekleri, bir de 70’li yılların  sonlarından başlayarak kurdukları oldukça çeşitli  ’’bilmem ne enstitüsü’leri…

STK sayısı tavan, icraatlar taban

Almanya’daki Türk sivil  toplum kuruluşları, üyelerinin yani tabanının menfaatlerinin takipçisi  olmaya çalışıyordu. STK’larımızın çalışmalarına baktığımızda görünen tablo, hiçte hoş değil. Yapılanlar, toplumun ihtiyaçları için gerekli olan çalışmaların çok  gerisinde görünüyor. Türk kültür dernekleri, spor  dernekleri, cami yani dini dernekler, işçi dernekleri, aile-veli  birlikleri, politika dernekleri, üniversiteliler birlikleri, öğretmen dernekleri, işletmeci-yatırımcı ticari dernekleri ile bunlara ilaveten de son yıllarda alana yayılmış çeşitli forumlarla, platformlarla kendini  gösteren STK’larımızın tam sayısını ve üyelerinin oranını bile bilmiyoruz. Yetkililerinin konuştuklarında ağızlarından adeta bal damlayan STK’larımızın 57 yıldır hala bir dernekler envanterinin bile bulunmaması sizce garip değil mi?..

STKcılıkta moda; meşhurlarla selfi

Milli ve dini günler etkinlikleri, danışmanlık, çeşitli kurslar, eğitimle ilgili ağırlıklı  olarak ev ödevleri yardım kursları ve mahalli idarelerin lütuf olarak sundukları imkanlarla da mini uyum projeleri yapan Türk STK’larının genelde yabancı düşmanlığının yaşandığı ölümlerin olduğu zamanlarla,  İslam düşmanlığının şiddete dönüştüğü cami kundaklamaları sonrasında  tepki açıklamalarıyla görünür hale gelmeleri dikkat çekiyor. Bu STK’larımızın görünür hale geldikleri diğer vakitlerden biri de, eyalet  veya federal bazda asli yerli politikacılarla yapılan toplantılarla Türkiye’den gelen siyasilerin neyi nasıl yapmamız gerektiğinin(!?) anlatıldığı etkinlikler… ‘Yook artık!’ diyenlerimiz, bu tür ziyaretler sonrası haberleri hatırlasın veya arşivi olanlarımız ise arşivlerine kısa bi göz atıversin. Resmi, yarı resmi bu toplantıların karelerinde gördüğümüz simaların gerek kişisel gerekse dernek olarak önceliklerini sorsanız, istisnaları  hariç çoğunluğunun söyleyeceği hemen hemen hiç birşey yok maalesef. Bu  haber karelerinde gülücükler dağıtanların, temsil ettikleri STK’ları adına ilaç için tek paragraflık eğitimle ilgili, işsizlikle, göçmen düşmanlığıyla, İslam karşıtlığıyla alakalı, eğitimde eşitsizliğe karşı, ırkçılığa dur diyen bir manifestosu var mı? Var da bizler mi atladık, yoksa STK’larımıza karşı peşin hükümlü müyüz?

Gönüllü teşekküllerimize en kalbi teşekkürlerimizi sunmak boynumuzun borcu. Şimdiye kadar yapılanlarda emek sahibi olan herkese ama herkese teker teker sonsuz teşekkürler. Ahirete göçmüş olanlara da, Cenab-ı Allah’tan rahmet  diliyoruz. Mekanları cennet olsun. Evet, içlerinde bir iki safın bile oluşamadığı cami inşaatlarına yoğunlaşmış, ticaret odalarına kaydolma ihtiyacı duymadan yaptıkları ticari hacimleriyle her biri istisnasız holding haline gelmiş çatı örgütlerimiz STK’ların, Almanya’daki Türk kültürel kimliği varlığının devamı için önceliklerini ve faaliyetlerini net olarak bilen birileri varsa bize izah etmeli…

Bulundukları mahalli hayatta uyum günleri ve cami açık kapı günleri hariç çoğunluk toplumu ile ilişkilerinin dışında bir dirsek teması olmayan daha önce hiç olmadığı kadar sivil toplum örgütleriyle dolu etrafımız. Faaliyetlerimizin kalitesiyle değil,  genel merkeze bağlı dernek sayılarımızın çokluğuyla övünüyoruz… Baylar, Bayanlar, bu mantık ve zihniyetle yaptığımız STKcılıkla, gelecek kuşakların yarınlarını harcayarak, bugünlerimizi kurtardığımızın niye farkına varmak istemeyiz?!

İsimler büyük, vizyonlar nokta olunca

İsim isim sayacak değiliz. Şu kadarını söylemekle yetinelim: Etrafımızda olup bitene müdahil   olabilecek kadar dernek, forum, platform ve  birliklerimiz var. Ve bu kuruluşlar dün hep parasızlıktan yakınırken, bugün oldukça iyi maddi imkanlara ulaştı holdingleşmeleri sayesinde. STK’larımız ve STKcılarımız, paraya ulaştıkça, derneklerinin kuruluş gayelerinden yıldırım hızıyla ulaştıklarının farkında değilmiş numarasındalar. Nasıl olsa üstlerin yaptığından sorgu sual olmayacağına iman ettiğimizden, kimse de sormuyor. Almanya merkezli  Avrupa’daki Türkçe medya da ölünce STKcılarımız o kadar rahatki, bu  karunlaşmalarına kendileri bile inanamıyor sanki. Dini hizmet verdiği iddiasında olan STK’larımızın toplumla ilişkileri, sadece para toplayacağı veya ticari bir iş yapacağı iki vakte inmiş vaziyette. Kültürel kimliğin devamı için hava su gibi muhtaç olunan etkinlikler ise öküzde ben kadardır. Asli yerli STK’ların çalışmalarına dikkat ettiğimizde, onların  çalışmalarının bereketinin binde birini bu kadar çeşitliliğe rağmen ‘Bu bizde niye yok?’’ diye sorma ihtiyacı duymuyoruz.

Bunun sebebi kabiliyetsizlik mi,  göbeklerin bağlı  olduğu merkezlerden izinsizlik mi? merak ediyor insan. Görünen o ki; ortada bir sivillik  sorunu var. Adı Almanya Türkleri ile başlayan derneklerimiz  “Almanya Türkleri” ve “Almanya Türklüğü” adına ne yapıp ettiklerinin, “toplum”la başlayan kuruluşlarımızın da yine toplum adına ne kadar  mesafe katettiklerinin muhasebesini en son ne zaman yaptılar acaba?  Hemşehri bakanlar başta, siyasileri ağırlayan şehir derneklerimiz,  ‘faaliyetlerimize katkı’ plakatları dışında hangi faaliyetleri  yapıyorlar? Acı ama gerçek olan; STKcılarımızdan önce tabelalarda ciddi bir kimlik krizi  yaşandığı gözüküyor.

Gönüllere giremeyen gönüllülük

Toplumda çok sık olmasa da  görürüz: Kendine verilen ismin ağırlığı altında ezilen bireylere  benziyor iddialı milli, dini adlara sahip olan STK’larımız.  Adı ‘Birlik’ fakat birlikteliği birleşme hevesi zanneden ergenlerän paradoksunu yaşıyor bazı STK’larımız. Bir sıcaklık, bir dostluk, bir alçak  gönüllülük, kucak açma hissinden fersah fersah uzaktalar. ’’Adı başka, sanı başka’’  dedikleri gibi, buradaki STK’larımızın yani gönüllü teşekküllerimizin gönülle ilişkisi biraz buna benziyor. Bunun tersini yaşasaydık,  taşımacılığın yani kuvveyi seyyareli etkinliklerin dışında koca koca binalarda insan azlığı ilk dikkat çeken şey mi olurdu? Halk eğitim merkezi gibi, insan inşa atölyeleri gibi çalışması gereken STK’larımız ne yazık ki, başta yeni yerliler olmak üzere toplumun yaralarına pratiğini geçtik nazariyeler noktasında bile gerektiği kadar  merhem olamamaktadır. Hatta bazıları bir süre sonra toplumdan  kendilerini koparıp küçük platformların mekanı olarak hayatını sürdürmeyi maharet sayıyor. Buna razı olmasalardı, o epeyce iddialı ismi Türk-Alman dostluğu adı altındaki derneklerinde hem elektronik hem de masalarda kağıtlı kumar mı oynatırlardı…

STK’larımızın sosyolojisini tartışmak

Peki tüm müsait ortam ve  imkâna rağmen artan bu faaliyet bereketsizliği ve muvaffakiyetsizliğin sebepleri sizce nelerdir? Kaçımız STK’larımızın sosyolojisini tabusuz  konuşabilir, muhatabımızı küçük görmeden, hain, ‘satılmış’ ilan etmeden,  devletin birine sırtımızı dayamadan, siyasi bir partinin karakol jandarması gibi davranmadan, tartışabiliriz?

Baktığımız yerden  gördüğümüz resmi bazılarını kızdırma, aforoz edilme, ukala sayılma, bu  kim(ler)in adamı denilme, pahasına birkaç cümleyle özetlemeye çalışalım:  STK’larımız maalesef hâkimiyet alanı oluşturmak isteyen küçük dünyalı  insanların heveslerine hizmet eden yerler gibi durmaktadır. Bulunduğu  yerde istediklerini yapamayınca eski yoldaşlarından ayrılıp kurduğu, adı  büyük kendi nokta, bilhassa maddi hayallerinin mekanlarına milli ve dini söylemlerle ortam oluşturma tablosu gözüküyor. Buna bir de ister buradan ister Türkiye’den bir iki bakan ve siyasi ziyareti eklenip medyada boy gösterildimi iş tamamdır… 

Temsil noktasında da STK’larımızın yetkililerinin bir çoğunun kendi karakter, inisiyatif ve  duygu durumlarını başında bulunduğu kuruluşlara sirayet ettirmediklerini  söylememek mümkün mü?  Çok zor şartlarda, oldukça derin hendeklerin atlanarak gelinip oluşturulmuş, bilhassa acil halletmemiz gereken sıkıntılarımızın başında olan İslam’ın tüzel kişilik  olarak tanınmasında ciddi mesafe aldıracak oluşumların iğdiş edilmesini başka nasıl izah edebiliriz ki? Almanya’daki  geleceğimizin olmazsa olmazlarından Türkçe konusunda binbir emekle  oluşturulan ‘Türkçem Anadilim Geleceğim’ (TAG)’ın akibeti ne oldu? Görünen o ki, kuruluşlarımızı ilkeler değil, mizaçlar yönetmekte…

STKcılığın çok yüzlülüğü

STK’larımızın başında ufku  geniş, insanı seven, değerini bilen gönlü zengin, zihni berrak,  realiteyi kavramada takıntısız, zamanın ruhunu okuyabilen şahısların bulunması emanetin ehline verilmesidir. Muhatabımız ve hedefimiz insan ise  kuruluşumuza nereden ve hangi cihetten gelirse gelsin, diline, rengine, mezhebine ve meşrebine bakmadan her insana gönlümüzü ve kapımızı açma zorunluluğumuz yok mudur? Yok, biz “Efradını cami, ağyarını mani” bir  kuruluş isek, bunu açıkca ilan etmemenin sebebi nedir? Korkmayın, şu çıkar, bu gelir, falan proje feşmekan siyasi destek için buradayız diyebilirseniz, en azından kendi kendinizle çelişmez; her daim rol yapmak  zorunda kalmazsınız. Sanmayalım ki, Almanya Türkleri kimin neler çevirdiğinden bihaber. Cebinde üç farklı dernek kartvizitiyle dolaşıp  muhatabının dünya görüşüne göre olanı verenler, bilinmiyor sanmayın.

Belli bir amaç için bir  araya gelmiş insanlarda önce dernek ruhu ikame edilmeli ki, o ruhun  insana ulaştırılması için gerekli adımlar ardından gelir. Demek  istediğimiz; önce bina değil, önce ruh, sonra misyon ve mesuliyet en sonra gelecek olan da tabela. Almanya’daki sivil toplum kuruluşlarımız  bazan grup bazan şahısların küçük iktidar odakları, birilerinin karakolu  olmaktan çıkarılıp yeni vatanda çoğunluk toplumuyla birlikte katılımcı  olarak, çözüm bekleyen her ama her meselede elini taşın altına koyabilme  yürekliliği, mesuliyet ve şuuruna sahip teşekküller haline gelmek  mecburiyetindedirler…

Kurtuluş, ‚Erdemliler İttifakı’ndan geçiyor

Almanya’daki Anadolu  insanına hizmet için kurulduğumuzu deklare ettiğimiz teşkilat tanıtım  broşürlerindeki, internet sayfalarımızdaki hedeflerimizi oralarda bırakmayıp hayata geçirmemize engel nedir? İçinde yaşadığımız toplumda, asli veya yeni yerlilikten bağımsız karşı karşıya bulunduğumuz her türlü toplumsal sıkıntıların çözümüne yönelik bilhassa STK’larımızı kültürel değerlerimizin sesinin yükseltilmesinde, onun çözüm reçetesi olarak sunulmasında çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bunun yolu da, büyük  fedakarlıklarla oluşturulmuş birliktelikleri bozmaktan geçmiyor tabiiki. Bozulma sürecine doğru evrilen toplum düzenini muhafaza ve haksızlığa uğrayanların hakkını aramak bizlerin değil de kimlerin işi? Almanya’daki STK’larımızın açılımı (Sadece Ticaret Kurumu) değil de, hâla sivil toplum kuruluşu ise, yani bu örgütlerimiz şayet sivilliklerinde samimiyseler ve adları birer aldatmaca değilse, tek kurtuluş yolu: ‘Erdemliler  İttifakı’’nı acilen hayata geçirmektir. Bunun için kimler ilk adımı atacak veya muhafazakar oldukları için evrildikleri holdingleşmede kârı muhafazayı sürdürecek, beraberce göreceğiz…

Herkesin bildiği çok gizli sırlarımız

Mahallenin STK’larında, herkesin bildiği çok gizli sırları şöyle sıralayabiliriz: Popülerleşme, genç kuşaklara ulaşamama, asli yerlilerle dirsek temassızlığı, gönüllülüğün azalması, kadınların konumunun belirginsizliği, reel şeffaflık ve denetlenebilirlilik şüphesi, sıhhatsiz (ehliyet ve liyakatsiz öznelerle) kurumsallaşma ve bürokratikleşme, mali kaynak çeşitliliğinin ana hedef olması, kapsama alanı yarışında STK’lar arası mesafeler ve kontröllü iletişimsizlik, refiklere güvensizlik, kamu kaynağı kullanmak için ilkelerden sapma, siyasal kutuplaşma ve toplumdan kopma ile devletleşme ve siyasallaşma. Başlıkları uzatmak mümkün. Şimdilik bu kadarıyla yetinelim. İşletme körlüğü diye bir tanımlama vardır ya, onun gibi bizim STK yetkililerimiz ve onların şakşakçılarının bu yazdıklarımızı üstlerine alacaklarını hiç ihtimal vermiyorum. Ama yine de yazıp, tarihe notumuzu düşelim. Siyasallaşma, devletleşme, kutuplaşma ve toplumdan kopma gibi sıkıntılar, STK’larımızın kuruluş gayelerini yani misyonlarını, tamamen tahrip edecek kadar önemlidir ve kuruluşları tıpkı kanser mikrobu gibi kendini belli etmeden için için kemirip tüketen tehlikededir. Bu tehlikeden korunmanın yolu; yukarıda saydığımız herkesin bildiği çok gizli sırları masaya yatırıp, gereğini yapmaktır, STKcılık geyiği değil…