Söylem değil, eylem zamanı

Reklamı olumlu karşılayan gazeteci yazar Muhsin Ceylan…
Muhsin Ceylan

Halle’deki kahpe terör saldırısından 4.5 ay sonra şimdi de Hanau’da ırkçı terörde 9 gencimizi kaybettik. Her gün bir camiye ‘mekanınızı bombalayacağız’ tehditlerin gönderildiği günlerde, reel olarak bu ülkenin yeni nesil bireylerinden olan bu evlatlarımız, bilhassa iki Almanya’nın birleşmesinden sonra sistemli bir şekilde beslenip büyütülen ırkçılıktan beslenen nazi biri tarafından katledildi.

Sonradan annesi ve kendisini de öldürdüğü söylenen ırkçı katilin bu eyleminde yanlız olup olmadığını henüz net maddi deliller olmadığı için bilmiyoruz. İki nargilehanede bulunan 9 evladımız, çoğunluk toplumundan farklı isimler taşıdıkları, farklı göründükleri ve de farklı inandıkları, ‘öteki’ olarak tasnif edildikleri için nazi katil tarafından toplu katliama tabi tutuldular.

Gençlerimizi öldüren Hitler’in günümüzdeki torunları, daha dün işledikleri NSU cinayetlerinin hesabının kendilerinden layıkıyla sorulmamasından destek bulmuş olmalılar ki, sistemli bir şekilde cinayetlerini, katliamlarını sürdürüyorlar. Güvenlik güçleri ve politikacılarımız da sadece konuşuyor.  

Almanya’da ırkçılığın her geçen gün büyümesi, yeni vatan Almanya’nın siyasetçilerinin politik dillerinden beslendiğini görmek için ne sosyoloji ne de siyaset bilimi okumuş olmak gerekmiyor.

IRKÇILIK DİLİNİ BESLEYENLERE AYNA TUTMAK 

Hanau’nun bulunduğu eyalet Hessen, biz Anadolu asıllılar resmi olarak politik ırkçılığın yapıldığı ilk eyalet olma şerefine(!?) sahip. Şimdilerde bir holdingin tepesinde oturan dönemin eyalet başbakanı CDU’lu Roland Koch’un, ’’Çifte Vatandaşlığa Hayır’’ imza kampanyasıyla yürütüp kazandığı eyalet seçimini hatırlayalım. Günümüz Hessen Eyalet Başbakanı Volker Bouffier, o zamanlar sokakta yaşıtlarıyla misket oynamıyordu değil mi? NSU katliamlarının dosyasını 120 yıl açılmamak üzere kapattıranlar kimler?

Politikacılarımızdan beklentimiz, her olaydan sonra altına imzamızı attığımız açıklamaların hayata geçirilmesi. Katliamların yaşandığı yerlerde yapılan anma etkinliklerinde bugünlere gelişte masummuş gibi konuşmalar inandırıcı değil. Bizler de tıpkı ülke genç kuşakları gibi bunun farkındayız. Daha dün Thüringen’de, ırkçı nazileri içinde barındıran AfD partisinin oylarıyla başbakan seçen ben miyim, biz miyiz yoksa Hanau’da katliama tabi tutulan 9 gencimiz miydi?

Hanau katili nazi artığı Robert’i ‘deliye’ indirgeyip cinayetleri ekseninden kaydırıp başka yönlere çekerek ‘normalleştirmek’ akıllara ziyan. Bunu yapanlar şimdiye kadar yaşadığımız menfur saldırı ve cinayetlerden ders almayanlardır. Bu güruha bir de sapı bizden olanları ekleyin.    

Peki ırkçılığa, İslam ve göçmen düşmanlığına, antisemitizme, nazizme, Türk ve Türkiye düşmalıklarına  karşı neler yapmalıyız.

ÇARE BEKLEMEK YERİNE HAREKETE GEÇMEK  

Acilen ülkedeki gerçek ırkçılık tehlikesini tabusuz tesbit edip masaya yatırmalıyız. İşlenen politik tüm suçların kaydının tutulup kamuoyuyla paylaşılması. Yaşanan her türlü saldırı, taciz olayının acilen polise intikal ettirilip, raporlandırılarak kamuoyuyla paylaşılması. Polisin güya aradığı ve yine polisin kendi ifadesiyle sayıları 500 olduğu bildirilen şiddet potansiyeline sahip aşırı sağcı ırkçıların biran önce yakalanması. Çoğunluk toplumunun sağduyulu insanlarıyla yoğun dirsek temasıyla ırkçılığa karşı etkinliklere istikrarlı katılımın, nazizmin ırkçılığın ve din düşmanlığının başlıca panzehiri olduğunun farkına varmak. İnfiale kapılıp, korkup, sinip içe kapanmak yerine, asli yerlilerle  sosyal, politik ve kültürel tüm etkinliklerde görünür hale gelmek. Kiliseler, musevilerle İslam ve antisemitizm ırkçılığına karşı Almancaya vakıf ehil öznelerle çalışma grupları oluşturmak. Eğitim dairelerine okullarda din ve göçmen düşmanlıklarına karşı ortaklaşa eğitim programları teklifinı götürüp sürekli bir şekilde bunları hayata geçirmek. Yeni yerlileri olduğumuz Almanya’da, huzur ve barış içinde çoğunluk toplumuyla yan yana değil de omuz omuza beraber yaşamanın yolunun mimarlarının Türkiye’den gelip buralarda turistik ziyaretler yapıp mavra kesenlerden değil, bizlerin topluma reel katılımlarımızdan geçtiğini artık anlamak.