Türkiye ile Almanya arasında son yıllarda dip yapan ilişkilerin tekrar canlanması ve iki ülke için yararlı ve verimli hale gelmesi için cılız da olsa bazı işaretler görülmeye başlandı. Bu durum, Almanya’daki Türkler arasında da ümitlerin tekrar yeşermesine yol açtı. Ancak beklenen yeni dönemin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda ne resmi kurumlarımızın ne de sivil toplum kuruluşlarımızın bir yol haritasına, çözüm paketine ve talepler listesine sahip olduklarına dair bir işaret yok.
Türkiye-Almanya ilişkilerinin düzelmesi her iki ülke için önemli stratejik, siyasi, ekonomik sonuçları beraberinde getirebilir. Bunun gerçekleşebilmesi her iki ülke idarecilerinin konuya tarihi sorumluluk şuuru ile yaklaşmalarına ve ufak yol kazalarına karşı dayanıklı durabilmelerine bağlı. Bunun ön şartı herhalde, ilişkileri bu noktaya getiren miting izni, basın hürriyeti, darbe sanıklarının iadesi, PKK’ya destek, haddi aşan karşılıklı beyanatlar, silah ihracatı vs gibi konu başlıklarının çözümünü zamana yaymak olacaktır. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve uluslararası alanda siyasi işbirliğinin ileri bir seviyeye taşınması tekrar yakınlaşmanın yegane anahtarı gibi görülüyor.
Türk-Alman ilişkilerindeki krizin en çok tesiri altında kalan ve en çok bedel ödeyen kesim Almanya’da yaşayan Türkler oldu. Türkler, işyerinde, okulda, sokakta, mahallede kısacası hayatın her alanında bu kriz sebebiyle kolay kolay bitmeyecek sıkıntılara maruz kaldılar. Türk düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve mülteci probleminin siyaset sahnesinde zirve yapmasının pratikte en büyük zararını halen biz görüyoruz.
Almanya gündemini belirlemede ana aktör durumundaki ırkçılar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi üzerinden hepimizi hedefe koyarak saldırıyorlar. Oy pastasından pay kapmak için diğer siyasi kesimlerin de aynı konulara aynı sorumsuzlukla sarılmaları, ‘’Almanya eski karanlık dönemlere mi dönüyor?’’ sorularının akla gelmesine yol açıyor. Irkçı-popülist bir partinin yüzü bulan milletvekiliyle parlamentoya girmesi korkuları arttırıyor.
Sivil toplum kuruluşlarımızın iğdiş edilmiş bir hale getirilmesi, Alman siyasi partilerindeki Türk kökenlilerin tam anlamıyla devşirilmiş konuma sokulması ve en kötüsü artık medyamızın yok olma seviyesindeki durumu gelecek için fazla ümitli olmamızın önüne geçiyor. Türk hükümetlerinin son yıllarda Türkiye-Almanya ilişkilerinde Almanya’da yaşayanları daha ziyade bir destek güç konumunda görüp onların problemlerinin çözümüne ilişkin adımlar atmaktan geri durmaları, bu ülkede yaşayan 3,5 milyon insanımızın pozisyonunu bir hayli geriye götürmüştür.
50 yılı aşkın sürede elde edilen haklar ve değişik alanlarda sağlanan ilerlemenin hiçbir zaman yeterli olmadığı açıkken, son birkaç yılda elde edilen birçok kazanım da elden çıktı. Siyasi partiler nezdinde Türk kökenlilere yapılan muamele bunun açık göstergelerinden birisidir. Bu hususta Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)’de yaşananlar ibret vericidir. Almanya’da İslâm’ın Anayasa’da öngörüldüğü şekilde resmi bir statü kazanması ve DİTİB’in Müslümanları temsil yetkisi elde etmeye başlaması noktasına gelinmişken, bu kurumun akıl almaz şekilde siyasallaştırılması ve günlük politik malzeme haline gelmesi yıllarca harcanan emeklerle elde edilenlerin kısa sürede heba olmasına sebep teşkil etmiştir. Eğitimde Türkçe derslerinin durumu ve okullarda Türk çocuklarına karşı muamele de felaket denecek bir durumdadır. Bunlar bir yana artık Türk ve Alman komşuların birbirlerine bakışı değişmeye başlamıştır.
İlişkilerdeki yumuşama, uzun bir liste oluşturacak problem başlıklarının çözümüne ne kadar katkı sağlayacaktır? Bunu elbette şimdiden bilmek mümkün değildir, ama ümitsiz olmamak gerektiği açıktır. Ancak problemlerin kendiliğinden hallolmayacağı gibi sadece hükümetlerin çabalarıyla çözülemeyeceği de bilinmelidir. Türk toplumunun her kesiminin öncelikle bir silkinmeye, hakkına ve hukukuna sahip çıkma iradesine ihtiyacı söz konusudur. Sivil toplum örgütlerinin gaye ve hedeflerini, varlıklarını ve geleceklerini sorgulayarak kendilerini yenilemeleri ve geleceğe hazırlamaları gerekmektedir. Çöken medyamızın yeniden ayağa kalkması elzemdir. Dini kurumlarımız asıl görevlerine dönmeli, siyaseti siyasi kurumlara bırakmalıdırlar. Yok olan Türkçe’nin yaşaması için okul içi ve okul dışı eğitimde yeni ve uzun vadeli yollar aranmalıdır.
Yapılması gerekenler listesini ilanihaye uzatmak mümkündür, ancak bu sadece bizim işimiz değildir. Her kesim kendisine ait sorunlar ve çözümlerle ilgili hazırlıklarını yapmalı, taleplerini sıralamalı ve işin takipçisi olmalıdır. Avrupa’da, hakların altın tepsi içerisinde verilmediği, en ufak bir insani hak için uzun süre mücadele etmek gerektiği hepimizin malumudur. Bu şuurla yeni bir sıçrayış dönemine hazırlıklı olmalıyız.