Her tatil mevsiminin ardından yeni ümitlerin yeşermesi kadar yeni dertlerin, sıkıntıların, çözüm arayan meselelerin de gündemde yerini alması alışılageldik bir durumdur. Salgının etkisi altında geçen ikinci tatil döneminden sonra hepimizin arzusu, bu kâbusun bitmesi ve normal hayata mümkün olduğunca erken dönebilmek. Gerçi yaşananlar normalin esasında ne olduğu ve yeni normalin nasıl olması gerektiği konusunda kafalarda epeyce çağrışıma yol açsa da zamanında kıymetini bilmediğimiz birçok şeyin tekrar yaşanabilir hale gelmesi ortak düşüncelerin temelini oluşturuyor.
Avrupa’da yaşayan Türkler için bu yılın belki en müspet yanı, geçen sene yapılamayan memleket ziyaretlerinin şu veya bu şekilde yapılabilmiş olmasıdır. Binbir zorluğa rağmen insanlarımız, Türkiye’ye koştular ve mümkün olduğunca eş, dost ve akrabalarıyla hasret gidermeye çalıştılar. Şartlar ne kadar kötü olsa da bir nebze mutluluğu yaşamak isteyenler bir hayli hatıra ile geri döndüler, binbir ümitle işlerinin başına koştular. Salgın için çokça dillendirilen ‘yaz sonuna geçer’ tahminleri şimdilik ‘kışa biter’ şekline dönüştü. Ancak yapılması gereken işlerin, dönmesi gereken çarkların bizlere mecbur ettiği hayat, şartlar ne derse desin yaşanmak zorunda.
Almanya’nın esasında yoğun bir gündemi var ve salgın ile mücadelenin şekilden şekle girişi kafaları hayli meşgul ediyor. Almanya’da siyaset, Türkiye’deki gibi günümüzün nerdeyse tamamını götürmese de seçimler yaklaşırken en azından bazı merakların depreşmesi açısından enteresan gelişmelere gebe olma potansiyeline sahip. Angela Merkel gibi güçlü bir ismin ardından doğacak boşluğu dolduracak ismin kim olacağı konusu giderek daha belirsiz bir hal almakta. Kampanyanın başlangıcında her şeye rağmen seçimi kazanacağı var sayılan Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) adayı Armin Laschet’in üst üste kırdığı potlar, yaptığı gaflar ve sel felaketi sürecini yönetmekte içine düştüğü zaaflar, kampanya başlangıcında esamesi okunmayan Sosyal Demokrat aday Olaf Scholz’un yükselişine sebebiyet verdi. Sahneye hızlı ve gösterişli şekilde çıkan Yeşiller (Die Grünen) adayı Annalena Baerbock’un hayat hikayesinde yanlış beyanlara yer vermesinin anlaşılmasıyla duran yükselişi ve Scholz’un yükselişi yarışın Laschet ve Scholz arasında yaşanacağını gösterdi. Oysa daha düne kadar Laschet-Baerbock yarışından bahsedilmekteydi. Bakalım kalan zaman içerisinde politik ibrelerin dönüşü nasıl bir seyir izleyecek?
26 Kasım’daki parlamento seçimlerinde değişik partilerden birçok Türk kökenli adayın yarıştığı biliniyor. Fakat bunlardan hiç birisinin özelde Türklere dönük bir program ve ciddi bir vaadi söz konusu değil. Zaten ülkede yaşayan Türklerin sistematik şekilde talepsiz hale getirilmesiyle, bu alandaki cılız teşebbüsler de yıllar içerisinde gündemden düştü. Sadece Türklere ve bazı yabancı gruplara hitap etme iddiasıyla kurulmuş partilerin varlıklarının Alman siyasetinde henüz anlamlı bir yeri olmadığını herkes biliyor.
Siyasetten beklentisi azalan hatta kalmayan Türk ve diğer yabancı toplulukların, Almanya’daki haklarını elde etmek ve savunmak için nasıl bir yol izleyecekleri ve hangi kurumlar üzerinden hal çaresi arayacakları konusu önümüzdeki mühim gündem maddelerinin başında gelecektir. Bilhassa Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) ve medyamız buna hazırlıklı olmalı, şimdiden düşünce egzersizleri yapmalı ve teklifler üzerinde çalışmalıdır. Elbette bunun ön şartı, STK’ların öncelikle bunları yapabilecek bir güç ve konuma yükselebilmek için gerekli adımları atmalarıdır. STK’larımız bazılarının anladıkları gibi, her vesile ile yapılan ve söylenenleri kınayan, protesto eden reaksiyoner örgütler olmaktan çıkıp, meselelerin derinlemesine tahlilini yapan ve çözüm tekliflerini de sunan gerçek manada temsil organlarına dönüşmelidir. Bu, yaşayan nesiller kadar, gelecek nesiller için de mühim bir husustur. Siyaset, ekonomi, ekonomi, günlük hayat her ne kadar kendi seyir yollarında ilerlemek için varla başla bir gayret içerisindeyse bile, göründüğü kadarıyla tüm hayatı belirlemede öncü söz sahibi yine salgının seyri olacaktır. Salgını yenemediğimiz müddetçe, onun çizdiği ölçüler içerisinde, onunla birlikte nasıl yaşanabilirse o şekilde hayat sürmek zorundayız. Dileğimiz bu halin bir an önce sona ermesi ve eski normalimize bir an önce dönebilmektir. Bu ümitlerle bir kez daha ‘Yeni Güne Merhaba ve hayata kaldığı yerden devam’ diyoruz.